İnançlar, tüm müdahalelerden korunarak inanan bireylere bırakılmalı ama insanlar inançtan başka tutunacak dal bulamaz konuma düşürülmemeli. Bunun yolu özgür bireyler yetiştirmek, bilime ve hukuka saygılı olmaktır. Zorla yaptırılan ibadet her şeyden önce inancı zedeler. Ayrıca inanca ilişkin yükümlülüklerin hesabını soracak mevki bellidir. Hiç kimse ” adına” hareket etme hakkına sahip değildir.
Bakara Suresinin 256. Ayeti şöyle der: “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan ap açık ayrılmıştır. Artık kim tagutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah işitendir, bilendir.”
Kâfurun Suresinin 6. Ayeti aynı konuya daha da açıklık getiriyor: “Sizin dininiz size, benim de dinim bana.” Burada farklılığı kabullenme ve hoşgörü var. Farklılıklarla birlikteliğe referans var. Bu hoşgörü laikliğin asli unsurlarından biridir.
Genellikle gelişmiş ülkelerde güvenlik güçleri vatandaşların protesto ve gösteri haklarını güvenceye alır. Aynı güvenlik güçleri gelişmemiş ülkelerde yönetenlerin güvenliği için vatandaşların demokratik haklarını kullanmalarına engel olurlar. Bu konuda zor kullanımı yasal sınırları aşar.
Gelişmiş ülkeler tüm inançları güvenceye alırlar. Gelişmemiş ülkeler ise, tek inancın egemen kolunun(yönetenlerin de dâhil olduğu) her alanda hâkimiyeti söz konusudur. Yaşamın her alanında onlar gibi düşünüp ve onlar gibi yaşamaları istenir. İstenen yaşam her noktasına müdahale edilen bir yaşamdır.
İktidar yetki alan ve almış olduğu yetkiyi zorunlu gereksinimleri yerine getirmek için; yasa ve teamüllere uygun olarak kullanan bir organizasyondur. Alışılmış yaşamı sürdürmenin yanı sıra, kendi plan ve programını uygulamaya çalışır. Çalışır diyoruz çünkü yapmak istediklerine halkında evet demesi gerekir. Yetki alan iktidar rutin işlerin yanı sıra programında belirtmiş olduğu projelerini de gerçekleştirir. Çünkü yetki alan kurum ve yetkililer başına buyruk hareket edemez. Bu konuda maden işletimleri, HES’ler, nükleer santral yapımı ve yoksulları kent merkezlerinden sürmeyi amaçlayan kentsel dönüşümler sorunlu alanları işaret etmektedir.
Dışarıdan sağlanan kaynaklar üretken ve akılcı yatırımlara yönlendirilmemiştir. Aynı şekilde 72 milyar dolar gibi bir özelleştirme gelirinin nereye gittiği belli değil. Oysa ülkemizdeki dolar milyoneri sayısı Fransa’dan ve Japonya’dan daha fazla. Bu olguyu açıklamak pek kolay olmasa gerek.
İnşaat üretken bir yatırım değildir. Ulusal düzeyde kaynak israfı olarak değerlendirilmesi gerekir. Yolsuzluk için yol yapmak gibi bir girişimdir. Rant temelli girişimler her koşulda doğayı ve kentleri tahrip ederek geleceği de yok etmektedir.
Erk kullanımının en önemli yanı, paylaşımı belirliyor olmasıdır. İktidar refahı paylaşmak yerine kaynakları ve olanakları yakınları ve yandaşları ile paylaşmayı tercih ederse, toplumda huzursuzluk yaygınlaşır. Giderek toplumda biz ve ötekiler gibi, anlamsız ve gereksiz bir ayrışma yaşanır. Bu tür gelişmeler toplumu kırılgan hale getirir.
Şiddet kişisel, terör ise, örgütlü kesimlerin eylemleri sonucunda ortaya çıkar. Şiddetin alanı ve amacı dar, terörün ise planlı ve yaygındır. Ayrıca terörün bulaşıcılığı söz konusudur. Toplumda dalga örneği, hızla yayılır. Terör bir organizasyondur. En güçlü örgütün terörü de en etkili olma olasılığı olan olabilir. Teröre devletin farklı kurumlarını alet etmek kaçınılmaz olarak toplumu böler!
Gelişimi engellenmiş ülkelerin, gelişmemiş arızalı beyinli bireyleri terörün uygulayıcısı olmaktadır. Bu insanları emperyalistler kendi çıkarlarını güvenceye almak için kullanırlar. Bilinçli olan bireyler ve yöneticiler, üzerlerine düşen insanlık görevini yerine getirmelidirler. İnançtan başka çıkış bırakmamak ve bireyleri mecbur bırakmak seçenek değil, seçeneksizliktir. Seçenekler azalınca, çözümler ilkelleşir(!)