Yerel demokrasinin temel taşlarından biri olarak görülen kent konseyleri; yerel halkın karar süreçlerine katılımını sağlamak ve kent sorunlarını çözmek için oluşturulmuş kurullardır. Ancak son yıllarda Didim özelinde gözlemlenen ve halk arasında tartışılan rant odaklı siyaset ve kaçak yapılaşma gibi kritik konuları gündeme getirmekte yetersiz kalmaktadır. Acaba kent konseylerinin bu sessizliği nereden kaynaklanıyor? Bu sorunun yanıtı, siyasi dengelerden ekonomik çıkarlara, toplumsal kabullenmişlikten yapısal zaaflara uzanan karmaşık bir ağda saklı olabilir mi? Acaba kent konseyleri siyasetin gölgesinde mi kalıyor?
Oysa kent konseyleri; kuruluş olarak partiler-üstü bir oluşum olarak çerçeveleri çizilmişti. Halkın gönüllü katılımıyla oluşan bu kurullar; kentin ve kentlinin gönenci için herkesin elini taşın altına koyacağı, halkla yerel yönetimlerin birlikte çalışacağı oluşumlar olarak tanımlanmıştı.
Ne yazık ki gelinen süreçte kent konseyleri, yerel yönetimlerle organik bağları olan danışma organları niteliğindedir. Genellikle bu bağ da parti içi hiyerarşiye boyun eğmeye dönüşmüş bir yapı sergilemektedir. Dolayısıyla pek çok kentte olduğu gibi acaba Didim’de de belediye ile aynı siyasi çizgideki bir kent konseyi, rant projelerini eleştirmekten kaçınıyor olabilir mi?
Yerel siyasetçiler, “kalkınma” ve “istihdam” söylemleriyle meşrulaştırılan projelerin seçmen desteğini kaybetme riskine girmek istemiyor olabilir mi?
En önemlisi de kent konseylerin yaptırım gücünün olmaması, yerel yönetimleri sorgulamayı anlamsız, geçersiz, dahası yok hükmünde sayıyor olabilir mi?
Acaba Didim’deki kaçak yapılaşma tartışmalarında olduğu gibi, kent konseyleri çoğunlukla yerel yönetimin yanlış kararlarını eleştirmekten “nasılsa sorunu çözemeyeceğini bilerek” mi kaçınmaktadır? Yerel Gündem 21 çalışmaları sonrasında “yerel demokrasi, yerel yönetişim, halk katılımı” içerikli temel kuruluş amaçlarından oldukça uzaklara savrularak, bir çeşit yardım derneği gibi çalışmalar mı yapmaktadır?
***
Sorular, sorular…
90’lı yıllardan başlayarak ülkemiz genelinde ekonomik yapının inşaat sektörüne bağımlı duruma gelmesi, kaçak yapılaşmayı ve imar planlarındaki “esneklikleri” normalleştiriyor mu?
Belediyeler, ruhsat ücretleri ve vergi gelirleri nedeniyle kaçak yapılaşmayı görmezden mi geliyor?
Didim, Kuşadası, Bodrum gibi ya da benzeri turizm ve emlak odaklı kentlerde müteahhitlerle belediye yetkilileri arasındaki rant paylaşımı, yasal olmayan yapılaşmayı besliyor mu?
Acaba kaçak yapılaşmanın denetimi için gereken mali kaynak ve teknik altyapı eksikliği, bu sorunu çözümsüz mü bırakıyor? Dolayısıyla kent konseyleri de bu ekonomik gerçeklik karşısında çaresiz mi kalıyor?
Son olarak Belediye Meclis üyelerinin bazılarının müteahhit / yap-satçı olması da yasal ya da yasadışı, ama temelinde rant odaklı yapılaşmanın “sürdürülebilir” olmasına mı yol açıyor?
Hiç kuşkusuz 21. yüzyılda “sürdürülebilir kalkınma” amaç edinilmiştir bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de ama asla “sürdürülebilir kaçak yapılaşma” değil, bu herkesçe bilinmelidir.
***
Büyük kentlerde kaçak yapılaşma, özellikle gecekondu bölgelerinde siyasi bir araç olarak kullanılıyor. Yerel siyasetçiler; bu yapıların yıkılması sonucunda oy kaybı yaşayacaklarını bildikleri için sorunu görmezden geliyor. Didim’de de benzer bir tablo mu var? Seçim öncesinde verilmiş sözler mi var? Her yerden “kaçak yapılaşma” ihbarları gelmesine karşın; Didim’in toprakları durmaksızın yapılaşmaya açılıyor. Oysa bu yapılaşma sonucunda; Didim’in “doğal aspiratörü” rüzgarları kesilecek, solunabilir nitelikteki havası kirlenecek, halihazırda yetersiz olan altyapı sorunları çok daha da büyüyecektir.
***
Ne yazık ki kısa dönemli çıkarlar uğruna Didim’in ve Didim halkının yarınlarına, geleceğine kör bakılıyor, Didim’de gönenç içinde yaşama düşleri, giderek kabusa dönüşüyor.
Yerel yönetimlerin denetim ekiplerinin yetersizliği ya da duyarsızlığı da imar planlarına, yaşanabilir kent özlemlerine karşıt bir yapılaşma Didim’de virüs gibi yayılıyor.
Yerel yönetişim ve yerel demokrasi bağlamında “gelin kentimizi birlikte yönetelim” diyen yöneticiler ne halkın yakınmalarına ne de bu konuların kent konseyinin gündemine alınıp tartışılmasına olanak sağlamıyor.
Ayrıca…
Kent konseyleri, müteahhit dernekleri ya da belediye destekli STK’ların etkisi altında kalabiliyor. Bağımsız uzmanların ve aktivistlerin katılımı sınırlı olduğunda, rant odaklı politikalar eleştirilemiyor.
Konsey üyelerinin profesyonel olmaması, teknik konuların (imar hukuku, kent planlama, depremsellik sorunu nedeniyle jeolojik açıdan zemin etüt çalışmaları) derinlemesine tartışılmasını engelliyor.
Sonuç olarak konsey yönetimi, yerel yönetimle çatışmamak için eleştirel tavırdan kaçınıyor olabilir mi?
***
Bütün bu olumsuzlukların önüne geçebilmek için ne yapmalı ya da nasıl yapılmalı?
Elbette ki Batılı ülkelerde gerçekleştirildiği gibi:
*Yerel yönetim kararları ve imar değişiklikleri halka açık verilerle paylaşılmalı
*Kent konseylerine bağımsız akademisyenler, hukukçular ve çevre aktivistleri katılmalı
*Kaçak yapılaşmaya yönelik yaptırımlar ve cezalar artırılmalı; denetimler bağımsız kurumlara devredilmeli
*Medya ve sivil inisiyatifler; sürekli rant projelerinin ekolojik, sosyal ve ekonomik maliyetlerini gündemde tutarak kamuoyunu aydınlatmalı
***
Didim özelinde yaşananlar, Türkiye’nin pek çok kentinde görülen olumsuzlukların bir örneğidir. Kuşkusuz kent konseylerinin sessizliği, demokratik katılımın zayıflığının bir yansımasıdır. Bilindiği gibi kent konseyleri, Türkiye’de 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. maddesi ile düzenlenmiştir. Ne yazık ki bu yasa da kent konseylerini bir “tavsiye organı olarak” tanımlamakta, konseyleri ” yaptırım gücünden yoksun bırakmaktadır.
Değişim; öncelikle yurttaşların yerel yönetimleri etkili bir biçimde izlemeye, gözlemeye almasıyla, sivil toplumun güçlendirilmesiyle ve yasal haklarını kullanmasıyla gerçekleşebilir. Halkın; yerel demokrasi, yerel yönetişim istemleri sonucunda belki yakın bir gelecekte yasada da değişikliğe gidilebilir, ülkemizde de “katılımcı demokrasi” yaşama geçirilir ve yerleşir. Kentlerimizde rant odaklı ilişkiler değil, gönenç içinde yaşanabilir kentsel yapılar sürdürülebilir olur. Olmaz olmaz demeyelim, gün gelir bütün olmazlar, olur. Her şey gerçekten de çok daha iyi olur.