İnsa­nın do­ğu­mu doğa üstü ni­te­lik­te bir olay­dır. Sır­lar­la dolu olan ölüm bütün in­san­la­rı kap­lı­yor. Ölen, ya­şa­yan ca­nı­nı yi­ti­ri­yor. Doğum ile ölüm ara­sın­da geçen zaman ömür­dür.
Ömür kısa veya uzun ola­bi­lir. Genç yaşta ölen biri de ge­ri­de eser bı­rak­mış­sa ölüm­süz­dür. Fi­zi­kî ola­rak yok­tur, ama manen sev­dik­le­ri­nin gön­lün­de ya­şa­ma­ya devam eder.
Ölüm ha­ber­le­rin­de bil­has­sa sos­yal med­ya­da öv­gü­ler di­zi­li­yor. Hiç ta­nı­ma­yan­lar da ge­ri­de ka­lan­la­ra te­sel­li edecek söz­ler ya­zı­yor­lar.
Aile­de ve yakın çev­re­de olan veya top­lum­da sos­yal, kül­tü­rel ve si­ya­sal hiz­met eden in­san­la­rı ölü­mün­den önce ta­nı­ma­ya ça­lış­ma­lı. Hak et­ti­ği saygı ve sev­gi­yi o in­sa­na sağ­lı­ğın­da gös­ter­me­li.

Öle­ce­ği­ni bilen tek canlı in­san­dır, hiç öl­me­yecek gibi yaşar.
N. Fazıl Kı­sa­kü­rek

Ya­şa­mın sonu ol­du­ğu bi­lin­ci ge­liş­ti­ril­me­li. Ya­kı­nı­nı kay­be­de­nin acısı za­man­la aza­lır, ama bı­rak­tı­ğı boş­luk daima his­se­di­lir. Ölüm bi­lin­ci, bu duy­guy­la ha­ya­tın devam et­me­si, ka­bul­len­mek an­la­mı­na gelir.
Sev­di­ği­ni kay­be­de­nin yas sü­re­si şa­hıs­tan şahsa, ölene ya­kın­lı­ğı­na göre de­ği­şir. Ölen­le ölün­me­yin­ce ge­ri­de, ka­lan­la­ra ka­bul­len­mek­ten başka çare kal­mı­yor. Ge­ri­de ka­la­nın ken­di­ne ve diğer aile fert­le­ri­ne karşı so­rum­lu­lu­ğu var­dır. Hasta ol­ma­mak için, yas sü­re­sin­de duy­gu­la­rı baskı al­tı­na al­ma­dan ya­şan­ma­lı.
Yas tutan in­sa­na gös­te­ri­lecek dav­ra­nış da bi­rey­den bi­re­ye fark gös­te­rir. İca­bın­da hiç­bir şey söy­le­me­den ya­nın­da olmak, yar­dı­ma hazır ol­du­ğu­nu gös­ter­mek ye­ter­li­dir.
Ay­rı­lık so­nun­da da aynı şe­kil­de des­tek­le­mek, üzü­len in­sa­na güç ve ener­ji verir. Bil­has­sa evli çift­le­rin bo­şan­ma­sıy­la or­ta­ya çıkan ay­rı­lı­ğı ka­bul­len­mek ol­duk­ça zor­dur.
Ma­ka­le­me bu baş­lı­ğı ve ko­nu­yu Derya Ço­la­ker’in ver­di­ği bir se­mi­ner­den aldım. Derya Hanım’ın ilk se­mi­ne­ri­ne 2019 yı­lın­da Ti­yat­rom’da ka­tıl­mış­tım. Ken­di­si­ne se­mi­ne­ri Yük­sek Halk Okulu’nda ver­me­si­ni tav­si­ye et­miş­tim. Alman top­lu­mun­da ka­tı­lım için hâlâ önem­li ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum.
Azim­le se­mi­ner­le­ri­ne devam etti. An­la­şı­lır düz­gün bir Türk­çe ile di­li­mi­ze ver­di­ği emeği, hiz­me­ti çok büyük.
Ko­nu­nun de­tay­la­rı­nı özet­le şema şek­lin­de, video gös­te­ri­le­riy­le gör­sel ya­pı­yor. Bu ne­den­le ha­fı­za­da kal­ma­sı sağ­la­nı­yor.
Ka­tıl­dı­ğım bu se­mi­ner­de ka­tı­lan­la­rın so­ru­la­rı daha fazla bo­şan­ma ne­ti­ce­sin­de gelen ay­rı­lık­tı. Bil­has­sa ay­rı­lan çif­tin ço­cuk­la­rı varsa, sorun olu­yor. Çoğu kez ço­cuk­lar an­ne­nin ya­nın­da ka­lı­yor. Baba ile iliş­ki­si­nin devam ede­bil­me­si de ay­rı­lık bi­lin­ci­ni edin­mek­le müm­kün ola­bi­lir.
Se­mi­ner­de söz alın­ca söy­le­di­ğim gibi, Derya Hanım’ın uy­gu­la­dı­ğı se­mi­ner­le­ri genç er­kek­ler takip etse, ka­tıl­sa ay­rıl­ma bi­lin­ci ge­li­şir. Ka­dın­la­ra ya­pı­lan ci­na­yet­ler son bulur.
Ölüm ve ay­rı­lık bi­lin­ci okul­da öğ­ren­ci­le­re ders ola­rak oku­tul­ma­lı­dır. Tür­ki­ye’de kadın der­nek­le­ri Derya Hanım’ı davet et­me­li.
Köy top­lu­mun­da ruh­sal has­ta­lık­lar yoktu. Çünkü köy halkı bir­bi­ri­ni iyi tanır, ölüm ve ay­rı­lık olay­la­rın­da acı çeken, üzü­len insan yal­nız bı­ra­kıl­maz. Her iki­sin­de de belli bir yas sü­re­si var­dır. Bu sü­re­yi sağ­lık­lı ya­şa­mak şahsa güç ve ener­ji verir.
Şehir ha­ya­tın­da yas sü­re­sin­de alı­na­cak ön­lem­ler, yası olanı iyi­leş­ti­rir. Sa­na­tın bütün dal­la­rı iyi gelir. Müzik din­le­mek, şiir roman hi­kâ­ye oku­mak, resim yap­mak, gün­lük yaz­mak gibi et­kin­lik­ler ya­pı­la­bi­lir. Şahıs ken­di­ne uygun olanı se­çe­bil­me­li, yakın çevre ve ak­ra­ba­lar baskı uy­gu­la­yıp zor­la­ma­ma­lı­dır.
Biz bu dün­ya­dan gider olduk, ka­lan­la­ra selâm olsun.
Yunus Emre
Ölüm­de ay­rı­lık ebe­di­dir. Artık geri dönüş yok­tur. İyi in­sa­nın bı­rak­tı­ğı miras anı­lar­la ya­şa­tı­la­cak­tır. Giden in­sa­nın hi­kâ­ye­si kalır. Bir in­sa­nın hi­kâ­ye­si ya­şa­ma­ya ve ya­şa­tıl­ma­ya de­ğer­se, ge­ri­de kalan aile fert­le­ri ve sev­dik­le­ri için en büyük zen­gin­lik­tir, paha bi­çil­mez ha­zi­ne­dir.
Ölüm ve ay­rı­lık bi­lin­ci olan insan daha kolay ka­bul­le­nir.
Öyle bir fe­lâ­ket gel­me­den ha­zır­lı­ğı­nı yapar, ki ge­ri­de ka­lan­lar ce­na­ze ve mezar ko­nu­sun­da, miras pay­la­şı­mın­da akıl­lı, in­sa­nî ka­rar­lar ala­bil­sin­ler. Ay­rı­lık du­ru­mun­da bil­has­sa ço­cuk­la­rın ge­le­ce­ği­ne daha sağ­lık­lı yol gös­te­rir­ler. Ay­rı­lan anne ba­ba­dır, ço­cuk­lar değil.
Kin, nef­ret ve öfke gibi ne­ga­tif duy­gu­lar­dan arın­mış in­sa­nın her ölüm ve ay­rı­lık­tan sonra kendi ve çev­re­sin­de­ki ya­kın­la­rı için çı­ka­ra­ca­ğı ders var­dır. Alı­nan bu de­ğer­li ders­ler ge­le­ce­ğe yol gös­te­rir.
Se­mi­ner­le­re ve diğer et­kin­lik­ler­de ev sa­hip­li­ği yapan Türk-Al­man İşve­ren­ler Bir­li­ği’ne (TDU) uzun ömür di­li­yo­rum.
Sev­gi­li oku­yu­cu­la­rım, Derya Hanım’ın biz ka­tı­lım­cı­la­ra ver­di­ği ev ödevi so­ru­su­nu ilet­miş ola­yım:
Ölüm­süz ol­say­dı­nız, nasıl ya­şar­dı­nız?

Hoşça kalın!