Düşünene hüsran, 

Düşünmeyene destan... 

Felsefenin görevi sorgulamaktır. Sorgularken de tabuları, dogmaları, dinleri ve korkuları bir tarafa koyarak özgürce sorgulamaktır... Felsefe sorguladığı konunun özüne-dibine- kadar inmeye çalışır... Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez der Sokrates... Sorgulama da ancak özgür düşünce ile olur... İlkçağ filozoflarından Herakleitos'a göre evrendeki tüm değişimler, zıt unsurların yer değiştirmesinden oluşur. Zıt unsurlardan birinin hâkim olmasıyla değişim meydana gelir... Savaş ve barış iki zıt unsur... Birbirini  yaratan bu zıtlıklardan hâkim olan taraf insanların mutluluğuna veya mutsuzluğuna yön verir...  

Sorgulama konumuz savaş ve barış... Savaşın temeli, şiddete, katliama, yoketmeye, yıkmaya dayanır... Savaş, korku, ölüm, yokluk ve esaret getirir... Savaş, insanoğlunun mutsuzluğudur... Şimdi aklımıza şöyle sorular gelebilir. Önce hangisi vardı. Savaş mı, barış mı ? İnsanoğlu'nun doğa hali  nedir? İnsanoğlu doğası gereği iyi midir yoksa kötü müdür? Yoksa T. Hobbes'in dediği gibi insan insanın kurdu mudur? Sorgulamamıza devam ederken: Maslow'un "İhtiyaçlar Hiyerarşisine" de şöyle bir bakalım: Bazı ihtiyaçların diğerlerinden daha önceliğe sahip olduğu anlayışına dayanan ve ilk basamağın ihtiyaçları giderilmeden diğer basamaklara geçilemeyeceğini öne süren kuramın ilk basamağını Fizyolojik ihtiyaçlar- temel gereksinimler- oluşturuyor... Bu temel ihtiyaçlar açlık, susuzluk, cinsellik, uyku benzeri ihtiyaçlardır. Maslow'a göre: Aç, susuz bir insan bu temel ihtiyacını gidermeden sevgi ihtiyacını düşün(e)meyecektir. İlkçağ insanlarının yağma talan ve ganimete yönelik savaşları fizyolojik ihtiyaçları gidermeye yönelik olabilir mi? Bu kuramlar tartışılabilir. İnsan, düşünen hayvandır. İnsanoğlu sosyal bir varlık olarak akıl yürütme, empati yapabilme, sevme, paylaşma yetisine sahiptir. Tüm bu yetiler eğitim - görgü- görgülenme- vasıtasıyla gelişir. Yine eğitim vasıtasıyla tüm yetiler köreltilebilir de. Beyin yıkamanın kısaca tanımı bu olmalıdır belki de... 

Savaş ölmektir, barış ise yaşamak... Yaşamanın ölmeye üstünlüğü, yaşama hakkı tartışılamaz... Peki, tüm bunlara rağmen neden Dünyamız geçmişinde olduğu gibi bugün de kan gölüne çevrilmiş durumda... Günümüz uygarlığı! İnsanları öldürmeye yönelik en modern, en güçlü silahları üretmeye neden devam ediyor. Bütçelerinin çok önemli bölümünü açlığı susuzluğu gidermek için değil de silahlanma için ayırıyorlar...  

Şiddeti insan doğasının ve yaşamının zorunlu bir gerçeği olarak görmek mümkün müdür? Savaşlar kaçınılmaz mıdır? Savaşlar, barışa ve insanlığın geleceğine katkı sağlıyor mu? Hep soru sormaya sorgulamaya devam ediyoruz. Savaşlar konusunda dinlerin tutumu nedir isterseniz birazda ona bakalım o yönde de sorular soralım... Haçlı seferlerini ve İslam fetihlerini ve tüm din mezhep uğruna yapılmış savaşları nereye koyacağız ve nasıl değerlendireceğiz. Dinlerin özünde şiddete yönelik, savaşa yönelik, savaşı özendirmeye yönelik ögeler var mıdır ? Kur-an’da savaşın farz kılınmasını nasıl anlamak ve yorumlamak gerekecek…Ayrıca 60’ya yakın ayette cihatın yer almasını savaş bağlantılı olarak düşünmek gerekir mi? 

Ne yazık ki; dinle siyaset etle tırnak gibi içiçedir. Hicretle birlikte ilk Medine’de başlayan Siyasal İslam günümüzde de devam ediyor… Siyaset dini kullandığı gibi din de siyaseti kullanıyor diyebiliriz. Hıristiyanlıkta Ortaçağ döneminde Kutsal yerleri fethetmek, ganimetler elde etmek için Hıristiyanları din adına savaşa teşvik eden  kilise babaları dönemi her ne kadar reform ve Rönesans hareketleriyle darbe yemişse de yine de kalıntılarına bugün de rastlamak mümkündür. Bütün dünyayı Müslümanlaştırmayı amaçlayan cihad anlayışı da günümüzde devam etmektedir. Bu yönde adı terörle anılan çok sayıda İslami örgüt Dünyamızı kan gölüne çevirmeye devam ediyor... 

Korkunun egemenliği dinlerin sorgulanmasını engelliyor. Tüm dinlerin temelinde -özünde- korku vardır. Korkunun egemenliği de insanların özgürce düşünmesinin önünde bir engel gibi duruyor... Dinler, savaşlar için önemli kutsiyetler vaad ediyor. Şehitlik kavramı hep yüceltiliyor. Bu yüceltme de toplumsal siyasal hayatın, yönetim kadrolarının işine geliyor. Düşünün ki: Aynı dine mensup iki ülkenin askerleri savaşıyor. Ölen askerler için her iki ülke de şehit diyor. Yönetenlerin -kralların, diktatörlerin veya demokrasi adına başta olanların- sürüklediği savaş durumunda savaşın haklılığı, kutsiyeti şehitlik adına hep yüceltiliyor. Bu durum da insanları kralları, padişahları, diktatörleri uğruna ölmeyi yöneltiyor... 

Tüm Dünya'da savaş ve barış olgusu nasıl bir karşılık buluyor. Doğru veya yanlış ülkelerin atasözleri bu anlamda, düşünce bazında bize bazı fikirler verebiliyor... Almanca’dan çevirisini yaptığım savaş ve barış üzerine bazı Dünya atasözleri şöyle: 

* Savaş bahçesinde umutsuzluk çiçeği gelişir. Alman 

*Barış, savaş gözyaşlarını dindirir. İngiltere 

*Barış için çekilmiş kılıç değerlidir. Danimarka 

* Savaş başladığı yerde bitmeli. Rus 

* Savaş, merhameti yok sayar.  Fransa 

* Barışın horozu, savaşın ineğinden  daha iyidir. İspanya 

* Savaşın ne olduğunu bilmeyen savaşa gider. İspanya 

* Birini öldürürsen katilsin, binlercesini öldürürsen kahraman! Rus 

     Savaş üzerine devlet adamları, düşünürle neler söylemişler bir de ona bakalım: 

* Yurtta barış, Dünya'da barış. Atatürk 

* Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.  Atatürk 

* Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir. F. Fenelon 

* Savaş; kimin haklı olduğuna değil kimin güçsüz olduğuna karar verir. B. Russel 

* Savaş; yüreklilik değil, korkaklıktır. E.Burke 

* Savaşları zenginler çıkarır, yoksullar ölür. J.P. Sartre 

* Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlatığı gibi. S.Zweig 

*** 

Alman şair B.Brecht'in 2. Dünya savaşını anlatan "Askerin karısı ne aldı" şiirinde: Askerin gittiği yerlerden eşine neler gönderdiğini, en sonunda da "dulluk örtüsü" gönderdiğini dile getiren şiirinin ilk ve son dörtlüğünü sizlerle paylaşıyorum. 

ya sonra ne aldı askerin karısı 

yaldızlı başkent prag ‘dan? 

papuçlar aldı prag’dan, yüksek ökçeli. 

selamlar geldi ona ve sağlık haberleri, 

yüksek ökçeli papuçlar geldi prag’dan ona. 

... 

ya sonra ne aldı askerin karısı 

ta rusya ‘dan, karlar ülkesinden? 

bir dulluk örtüsü aldı rusya’dan o. 

karalar içinde dindirmek için yasını 

ta rusya’dan bir dulluk örtüsü geldi ona. (Bertol Brecht) 

*** 

Barışı istemek değil, savaşı istemek ve teşvik etmek suçtur. Savaş öldürür, barış yaşatır... Barışın kazanması dileğimle…