Donald Trump, Beyaz Saray'ın kapısına "America First!" levhasını astığında, Çinli devlere mesajı çok açık ve anlaşılırdı: "Kirli üretiminizi alıp gidin!" Daha sonrasında Çin'den ithalatı kısıtlayan tarifeler, ticaret savaşları, devasa gümrük vergileri… Hepsi aynı amaca hizmet ediyordu; Amerika'nın toprağı, havası ve suyu temiz kalacak, üretimin çevresel yükü başkasına ihraç edilecekti ve öyle de oldu.
Kapı dışarı edilen Çinli şirketler, yeni üretim üsleri arayışına girdi. İlk durak, Pakistan ve Bangladeş gibi ucuz iş gücü cennetleri oldu. Ancak yetmedi gözleri doymayan Çinliler'e... Avrupa Birliği de karbon vergileriyle kirli üretimi kendi sınırlarından itiyordu. Çin'in devasa bacaları ise dumanını bir yere salmak zorundaydı. Sonunda yeni yön belirlendi; adres Türkiye oldu!
Manisa… Binlerce yıldır üzümün, zeytinin, tütünün anavatanı… Gediz Nehri'nin bereketle suladığı ovanın altında, Anadolu'nun en zengin yeraltı su hazineleri, daha açık anlatımla akiferler yatıyor. Bu topraklar, nesillerdir canlılığın kaynağı oldu. Ama artık bu eşsiz coğrafyanın yazgısına dev bacaların karartıcı gölgesi düşüyor.
Acaba neden Türkiye? Yanıt acı verici derecede yalın; çünkü ucuz iş gücü bol. “Yatırım gelsin de kirli mi, temiz mi, sonra bakarız” diyen bir yönetim anlayışı ülkeye egemen olmuş. Masada koca, koca çevre yasaları var, ancak uygulamada “Kirleten öder” sözleriyle geçiştirilen bir düzen hüküm sürüyor. Bir başka deyişle, Çin'in arayıp da bulamadığı verimli cennet tam da burası; düşük maliyet, düşük itiraz, bol kaynak ve ne yazık ki sessiz, bilinçsiz bir halk…
Rakamlara bakalım: Çin, 2023 itibarıyla dünya genelindeki toplam karbon salımının %31'ini tek başına üretiyor. ABD %13, AB ise %7. Avrupa Komisyonu, 2026'dan itibaren Çin'den gelen kirli mallara sınırda karbon vergisi uygulayacak. Bu da demek oluyor ki Çin, ya kirli üretimini temizleyecek ya da kirliliğini bir başkasına devredecek. İşte o "başkası", uluslararası doğa düşmanlarına altın tepside sunulan Türkiye…
Türkiye, iklim değişikliğinin en kırılgan halkalarından biri. Tarım Bakanlığı'na göre Gediz Havzası'ndaki yeraltı suları %70 oranında azalmış durumdadır. Manisa'nın meşhur inciri ve üzümü susuzluktan can çekişiyor. Şimdi bunun üstüne bir de sanayi atığı, baca gazı, kimyasal sızıntılar eklenecek ve sonra da bir “ceza makbuzu” kesilip konu kapanacak…
Bu koşullar altında halkın durumu ne olacak? Alaşehir'de bağında, tarlasında sabah akşam ter döken köylü ne kazanacak? Çinli fabrikanın attığı baca gazını ciğerine çekerken, karşılığında ne alacak? Üç kuruşluk asgari ücret ve paslanmış bir umut… Beş bin kişiye iş vaadi, belki de beş yüz bin kişiye hastalık, dolayısıyla ölüm getirecek.
Bugün Türkiye'nin toplam karbon emisyonunun %43'ü sanayi kaynaklı... Yeni Çinli yatırımlar geldiğinde bu oran hızla tırmanacak... Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye'de hava kirliliği yılda en az 50 bin erken ölüme yol açıyor. Her yeni baca, her yeni fabrika, yeni bir ölüm sayacı gibi işliyor.
Sorun yalnızca Manisa değil, çünkü bugün Manisa Ovası, yarın Balıkesir, Eskişehir, Trakya, Karadeniz kıyıları sırada. olacak, Çinli fabrikalar ülke topraklarına virüs gibi yayılacak... Üstelik zeytinlik, bağ, tarla, mera varsa bacayla takas edilmeye hazır bekleyen açgözlü doyumsuzlar, doğa düşmanları her an pusuda oldukça da... Nasıl olsa yasa “Kirleten öder” diyor ya… Evet, öder. Ama kime? Hazineye. Peki, Hazine bu parayla yeraltı suyunu geri getirebilir mi? Nehri temizler mi? Kanserli insanı sağlığına kavuşturabilir mi? Gediz'in yatağına balığı, sazlığı, kuşu geri koyabilir mi? Elbette hayır.
Bugün Avrupalı temiz hava solurken, Anadolu'nun nefesi kesiliyor. Türkiye bir tür “karbon arka bahçesi” haline geliyor. Neden? Avrupa için üret, Çin için kazan, Anadolu için kirlen diyenlerin sorumsuzluğundan dolayı...
Unutmayın! Bu topraklar daha önce de sömürüldü. Maden uğruna zeytinlikler kesildi, HES uğruna dereler kurutuldu, termik santral uğruna köyler yok edildi. Şimdi sırada Çinli bacalar var. Ama bu kez saldırı süslü, göz boyamalı ve aldatıcı; daha anlaşılır bir deyişle bu saldırı “Yatırım” kılığına bürünüyor, “istihdam” makyajı sürüyor ve “iklim yasası” da bu saldırıya paravan oluyor.
Kirleten öder, öder de faturayı ya da bedeli gerçekten kim öder? Son aşamada elbette ki halk öder. Dolar kasaya girer, zehir ciğere girer. Bugün değilse yarın, kesinlikle ama kesinlikle zarar ziyanın faturasını; bu ülkenin doğası ve halkı birlikte öder.
Geleceğimizi Geri Almak İçin Bir Çağrı
Trump kovdu, biz kucak açtık. Çinli fabrikalar ucuz işçiyi, ucuz doğayı, susturulmuş çevreyi buldu. Gediz'in yatağında bugün su akıyor, yarın zehir akacak. Ankara kasaya bakacak, “Bütçeye katkı sağladık!” diyerek başarılı olduğuna sevinecek…
Ancak bir ülkenin yarınını bugünün ceza makbuzlarıyla satın alamazsınız. Bazı zararların telafisi yoktur. Bazı kirler parayla temizlenmez.
Yarın Manisa'dan yükselen dumanı yalnızca Manisa değil, tüm Türkiye soluyacak. Şimdi değilse ne zaman ses çıkaracağız? Bacaya bakıp hesap soracak cesaretimiz yoksa, çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız?
Bir gün Gediz Nehri tamamen sustuğunda, Manisa Ovası betonla, baca gölgesiyle dolduğunda çocuklarımız belki soracak: “Anne, baba, bu ovada gerçekten üzüm mü yetişirdi?” Ve biz belki de susacağız… Çünkü bazı pişmanlıkların geri dönüşü yoktur.
Trump kovdu. Manisa bacayı aldı. Türkiye ciğerini verdi. Sıra bizde. Ya bu kirli ticarete dur diyeceğiz ya da sessizce kirlenip boğulacağız. Seçim bizim!