Türkiye'de demokrasi, sık sık yalnızca seçim sandıkları ve anket sonuçlarıyla sınırlı bir kavram olarak algılanır. Oysa gerçek katılım, daha derin ve dönüştürücü bir potansiyel taşır. Ne yazık ki, bu potansiyel çoğunlukla soyut bir ideal olarak kalır. Sherry Arnstein'in 1969 tarihli Katılım Merdiveni modeli, Türkiye'deki siyasi pratiklere uygulandığında, bir bakıma gerçeklikten uzak bir tiyatro sahnesi izliyormuş duygusu uyandırır. Çünkü burada söz konusu olan, gerçek katılım değil, onun bir temsili ya da simülasyonudur. Bu bağlamda, merdivenin her basamağı, bireyi yukarı taşımak yerine, sistematik bir biçimde aşağı çeken bir işleyişe dönüşür.

Yetersiz Katılımın Basamakları

Katılımın en temel aşaması olan bilgilendirme, Türkiye'de sıklıkla karşımıza çıkar. Belediyelerin yaptığı açıklamalar ya da düzenlediği seminerler, ilk katılım adımı olarak sunulur. Ancak temel sorun, neyin bilinmesi gerektiğine ilişkin kararın yöneticiler tarafından belirlenmesidir. Örneğin, bir kentsel dönüşüm ya da büyük inşaat projesi hakkında “bilgilendirme” yapılırken, yurttaştan yalnızca bu kararı onaylaması beklenir. Bu durumda bireyin katılımı; kendi varlığını onaylamakla sınırlı kalır.

Danışma basamağına geçildiğinde de durum pek değişmez. Belediyeler, yurttaşların görüşlerini almak için toplantılar düzenlese de, katılımcıların istemleri genellikle kişisel şikayetler/yakınmalar düzeyinde kalır. Bu toplantılardan çıkan geri bildirimler, kent politikalarını biçimlendirmek yerine, prosedürel bir görev olarak arşivlenir. İşte burada Arnstein'in "yatıştırma/teskin etme" aşaması devreye girer: Yönetimler “Sizi duyduk” iletisi verir, ancak bu duyum hiçbir somut değişime yol açmaz.

Katılım merdiveninde en üst düzey olarak tanımlanan güç devri ise Türkiye bağlamında neredeyse bir ütopyadır. Yurttaşların karar alma süreçlerinde etkin rol oynadığı örnekler oldukça azdır. Seçimler ve halk oylamaları, çoğunlukla önceden belirlenmiş bir senaryonun parçası gibi işler. Bu düzlemde yurttaş, dönemsel bir izleyiciye dönüşür. Gerçek bir güç paylaşımı yerine, yalnızca onun görsel temsilini izler. Günümüzde halk oylamaları, genellikle merkezi yönetimin politikalarını meşrulaştırma aracı olarak kullanılır. Yönetimler kararlarını önceden almışken, bu kararları sonradan halkın onayına sunmak, katılımın yalnızca biçimsel bir unsur olarak kaldığını gösterir. Halk sürece katılır gibi görünse de, kararlar kamuoyunun erişemediği alanlarda çoktan verilmiştir.

Dijital Katılımın Aldatıcı Yüzü

Dijitalleşen dünyada, Türkiye'deki katılım süreçleri de biçim değiştirmiştir. Sosyal medya platformlarındaki anketler, "gelişmiş katılım örneği" olarak sunulur. Facebook'un "seçime katılın" uyarıları ya da e-devlet üzerinden yapılan yönlendirmeler, yurttaşın sistemle etkileşimde olduğuna ilişkin bir yanılsama yaratır. Oysa bu dijital "katılım" çoğunlukla veri toplama ve görünürlük üretme işlevi görür.

E-devlet platformları ise katılımı, algoritmik şablonlara hapseder. Yurttaş, aktif bir karar verici yerine, pasif bir form doldurucuya dönüşür. Dijital güvenlik duvarlarının arkasında yönetim yalnızca sayısal göstergelerle işlerken, katılım da simülasyon durumuna gelir.

Sonuç: Katılımın Perde Arkası

Türkiye’de yurttaş katılımı, Arnstein'in Katılım Merdiveni modeliyle değerlendirildiğinde; çoğunlukla yüzeysel uygulamalarla sınırlı kalır. Beğeni tuşlarına basmak, dijital anketleri yanıtlamak ya da e-devlet platformlarında birkaç kutucuğu işaretlemek gibi eylemler, gerçek katılım olarak sunulur. Böylece yurttaşlar, sürecin bir parçası olduklarına inandırılırken, gerçekte sistemin dışında bırakılırlar. Sahnelenen şey, katılım değil, katılımın teatral bir gösterisidir.

Buradaki ana sorun, demokrasinin var olup olmadığı değil, bu simülasyona karşı toplumun ne ölçüde farkındalık geliştirdiğidir. Katılım; giderek bir haktan çok, yönlendirici bir gösteriye, dahası demokratik meşruiyeti yeniden üretme aracına dönüşür. Yönetim biçimleri değişse de katılımın niteliği aynı kalır. Kısacası, karar süreçlerini etkilemeyen bir "izleyici demokrasisi" egemendir.

Bu durumun farkına varamamak, bir başka deyişle katılım simülasyonunu gerçek sanmak, yalnızca demokratikleşmenin değil, aynı anda düşünsel özgürleşmenin de önünde ciddi bir engeldir. Sonuç olarak Türkiye'deki katılım deneyimi; demokratik bir idealden çok, teknokratik bir tatmin sürecine dönüşmüştür. Yurttaşlar, gerçek anlamda karar verici olmak yerine, önceden yazılmış bir senaryoda figüran olmaya zorlanmaktadır ne yazık ki...