Yine, yeniden yazılan senaryolar... Kürsülerden yükselen sesler, zihinlerde beliren haritalar... "Terörsüz Türkiye, ümmetin birliği, Ortadoğu'ya barış" gibi tanıdık söylemlerin ardında Musul, Kerkük, Halep gibi kentlerin adları yankılanıyor. Kemal Atatürk'ü yok sayanlar, birdenbire onun çizdiği Misak-ı Millî sınırlarını yeniden belirleme hevesine kapılıyor.

Peki, millet, ulus, budun derken; birden bire nereden çıktı bu "ümmet" söylemleri ve bu "ümmet" kimlerden oluşuyor? Birbirinin mezhebini sorgulayan, tekfir eden, çıkar uğruna birbirini satan, ABD ile el sıkışıp İran'a diş gösteren, İsrail'le gizli ortaklıklar kurup Filistin için timsah gözyaşları döken bir topluluktan mı söz ediyoruz? Arap liderler bu ümmetin neresinde? Kürt halkı çizilen bu tablonun neresinde? Ve tüm bu karmaşanın içinde Türkiye'nin ne işi var?

Biz kendi iç sorunlarımızı çözmekten aciz kalmışız; kadını koruyamamışız, eğitimi toparlayamamışız, tarımı ayağa kaldıramamışız, gençleri geleceğe inandıramamışız, neredeyse halkı açlığa mahkum etmişiz. Ama sıra Musul-Kerkük'e gelince, bir de o bölgelerden Türkiye'ye akacak petrol düşleriyle mangalda kül bırakmıyoruz. Siyaset sahnesinde yükselen "ümmetçi" tını, "Hem Arap'la, hem Kürt'le, hem Türk'le birlik olacağız" diyor. İyi de, bu birliği kim tanıyacak? Bugüne kadar kimi ikna ettiniz ki Ortadoğu'ya umut olacaksınız?

Geçmişte de bu tür hayaller kuranlar çok oldu. Örneğin Saddam; Bağdat'tan Kudüs'e yürümeye kalkıştı. Kaddafi, Arap Birliği kurma rüyaları gördü. Şimdi sıra bizde mi? Ne acıdır ki bu hayallerin çoğu hüsranla sonuçlandı. Çünkü coğrafya yalnızca bir harita değildir, aynı anda bir hesap, plan, politika ama uluslararası politika işidir. Ümmet yalnızca bir söylem değil, bir bedel işidir. Ve sınır genişletmek, yalnızca niyetle değil, güçle, hukukla ve meşruiyetle gerçekleşebilir.

Şimdi gelelim temel konuya; bu sözüm ona "ümmetçilikle bezenmiş dış politika", gerçekte içerideki sorunları örtme girişimi değil mi? Ekonomiyi, işsizliği, hukuksuzluğu, baskıyı konuşmamak adına dışarıya doğru genişleyen bir illüzyon değil mi? "Musul bizimdi" diyerek bugünü kurtarmak, geçmişin gölgesinde bir gelecek kurmak demek değil mi?

Türkiye'nin gerçek gereksinimi nedir?

Ne bu kafayla ümmet birleşir, ne de bu hesapla sınırlar genişler. Ancak milletin/ulusun/budunun başı çok rahat belaya girer, bu kesin!

Tarihten ders almazsak, tarih bizi ders olarak okutmaya başlar. Ardından televizyon ekranlarında Musul-Kerkük haritaları değil; ekonomik yaptırımlar, diplomatik izolasyon ve içeride artan huzursuzluk konuşulur.

Türkiye'nin öncelikle; akla, dengeye ve uluslararası saygınlığa gereksinimi var. Bu da ümmetçi rüyalarla değil, ulus devlet kimliği, ulusal bilinç duruşu ve "yurtta barış, dünyada barış" ilkesiyle gerçekleşir.