Yozlaşma, özünden sapma olarak tanımlanabilir. Toplumun temel direği ve hatta omurgası olan milliyetçilik ve din bu kapsamdadır. Dejenere olma hali, bireysel çıkar temelli bir sapmadır. Bu sapmaları topluma meşru gösterme çabaları alışılmış tüm değerleri aşındırır. Aşınan değerlerin üstü ya inanç ya da inanma temelli milliyetçilikle örtülür. Yozlaşmalara karşı çıkanlar; inançsızlıkla veya vatana ihanetle suçlanabilirler(!)
Başka ülkelerin geleneklerinin benimsenmesi, amaçlar açısından irdelendiğinde, temelde bazı aykırı çıkarların olduğu görülür. Atatürk’ün dediği gibi; “Muasır medeniyet düzeyine ulaşma…” bu sapmalarla karıştırılmamalıdır. Atamızın önerisi; bilim, kültür ve yaşama ilişkindir. Dahada açıkçası, insani değerlerin paylaşımı ve benimsenmesi ile ilgilidir. Dünya insanlık ailesi bireylerinin bu tür etkileşimlere açık olmaları doğaldır.
Sadece bireysel, grupsal veya bir inanç topluluğunun (özde ayrımcı yaklaşımlarıyla) hareket edildiğinde; kırılmalar ve bükülmeler özden sapmalara neden olur. Öz, toplumunun kabul ettiği ve alışılmış olan şeylerdir. Doğaldan, doğrudan ve alışılmış güzelliklerden sapmalar son belirlemede bir yozlaşmadır! Ahlaki, hukuki, kültürel ve estetik kopmaları yozlaşma olarak kabul edebiliriz.
Hayatın akışı içinde ve yaşamın her alanında yozlaşmaların olma olasılığı mevcuttur. Hiç kuşkusuz her farklılaşma ve değişim kesinlikle yozlaşma değildir. Yozlaşma özü itibarıyla dokunduğu yapıları bozar. Farklılaşma, değişime ayak uyduran pozitif bir gerekliliktir. Planlanmış ve istenir değişimlerde aynı kapsamdadır. Bunların temel kriterleri, toplum yararına ve ülkenin çıkarına olmalarıdır.
Yozlaşmadaki değişim; bozan, çürüten ve yıkıcı olabilen farklılaşmadır. Yozlaşmadan çıkar sağlayan, bir biçimde toplumda söz sahibi olan bir grup ile onların yakın çevresinde yer alanlar olur. Genellikle az eğitimli ve kültür yoksunu olan bu topluluk, üstten örgütlenen cahillerden oluşabilir. Böyle bir topluluk her koşulda toplumun, ülkenin ve dünya insanlık ailesinin yararına değildir. Ne yazık ki, doğa ve öteki varlıklarda bunlardan zarar görür. Daha kısa ve öz olarak söylemek gerekirse; yozlaşma tüm varlıkların ve doğanın aleyhinedir!
Bilgisizlik, cehalet ve muhtaçlık(yoksulluk) yozlaşmanın serasıdır. Yozlaşmada iklimi çürüten, soyut değer ve kavramlardır. Bunun için, din ve milliyetçilik en kullanışlı taşıyıcılardır(!) Bu taşıyıcıların iş yapabilmesi için eğitim ve kültür alanı çölleştirilir. Aynı zamanda sanatın ve sanatçının canına okunur. Okumuşlar ve aydınlar, kişisel kirli çıkarlara engel olmasınlar diye itibarsızlaştırılırlar(!) Konunun dahada açıklığa kavuşturulması için, konu ile ilgili alıntı ile yazımızı sürdürelim:
“Yoz:( Eski Türkçe. yavuz<yabız[kötü]’den): 1.doğada olduğu gibi kalarak işlenmemiş olan. 2.Kaba, adi, bayağı 3.Soysuz 4.Kısır anlamlarına gelir.
Buna göre yoz felsefe: bir başkasının felsefesini, düşüncelerini sorgulamadan kabul etmek; Yoz hayat: sorgulamadan, başkasına göre yaşamak. Yoz ise, kendin olamamaktır. Özgün olmamaktır, taklitçiliktir denilebilir.
İnsanlar ilk zamanlarda birbirinin farklılığına tahammül ederek toplum olmuştu. Daha sonra birbirimizin farklılığının asıl zenginlik olduğunu keşfederek ihtisaslaşmaya, yani işlerde uzmanlaşmaya başladık. Herkes farklı bir işte ustalaştı, birbirimizden çok farklılaştık. Herkes hayatın farklı bir tarafından tuttu. Birbirimizin farklılığı sayesinde doğa karşısındaki aciz durumumuzu yendik ve çağdaş toplumları oluşturduk. Ancak şimdi bir sorun ortaya çıktı. “Yozlaşma” Herkes kendisi olmayı bırakıp, insanlığa ve topluma yabancılaşıp, “öteki” olmaya başladı.”
(http://www.dym.info/ yozlaşma nedir/)
Hiçbir toplum bilerek ve isteyerek yozlaşma çıkmazına sapmaz. Onları bazı soyut kavramlarla yanıltan bir kesimin olması gerekir. Bu kesim kendi çıkarlarını sürdürmek ve güvenceye almak için alışılmış değerleri, kurumları tahrip ederler. Kendilerini yasaların üstünde görmeye başlarlar. Yasaları yandaşlarına değil, öteki olarak belletip benimsettikleri insanlara karşı bir silah olarak kullanabilirler(!) Yozlaşma uluslar için en yıkıcı bir olumsuz gelişmedir!
, Liyakatsizlerin yetkilendirilmesi, cehaletin ve kabalığın egemenliğine hizmet eder. Kültürsüz varlık sahibi olan, her şeyi “mal” olarak görmeye başlar. Onlar için satın alınmayacak bir şey yoktur, paranın her ayıbı örteceğini düşünürler; onur, şeref, namus dikkate alınmayacak şeylerdir. İlahiyatçı eğitimci yazar Cemil Kılıç şu noktaya parmak basıyor: “Tarih, Türkiye’deki İslamcılar kadar hırsız, düzenbaz ve yalancı bir topluluk görmedi.”
Siyasallaştırılan tüm kurumlar ard arda çökmeye başladı. Güvenliğimizin güvencesi olan ordumuz ve güvenlik güçlerimiz yok artık. Sorun devletin korunup kollanması değil, devlete egemen olanların çıkarıdır. Kızılay milletin gözbebeği iken; devletten vergi kaçırılmasına aracılık yapması kabul edilebilir gibi değil! Depremzedelere çadır satması ise, soruna tüy dikmiştir(!) Asıl deprem, kurumların yıkılmasıdır ki; insanlarımız o yıkıntının altından çıkarılmayı bekliyor! Tek bir alan sorunlu değil, bilerek ve isteyerek uyguladıkları çıkara dönük politikalar, her şeyi özünden uzaklaştırmaya başlamıştır. Bu bulaşıcı çürüme aslında yozlaşmanın ta kendisidir. Demokratik olmayan yöntemlerle başlatılan ve hiç adil olmayan paylaşımlar her alanda kötüye gidişin yollarını (cehennemin yolu) döşemeye başlamıştır. Vergileri denetimsiz olarak harcayanlar, vergi verenlere hesap vermemektedirler(!)