Zor günler dendiği zaman anlatılmak istenen nedir? Görünürde bir çıkışın olmaması ve tutunacak bir dalın bulunmaması mıdır? Yoksa ülkenin tüm kaynaklarına çöreklenerek, ulusal olanakları kendi çıkarına kullananların varlığı mıdır? Bu süreçte genel çoğunluğa göre(çıkarlar açısından) yanlış olan politikaların ısrarla uygulanması mıdır? Yoksa yanlış yapanların yanlışlarını savundukları kadar biz doğrulardan yana olanların, doğrularımızı gerektiği kadar savunamayışımız mıdır? Haklı savunmalarımızı kitleselleştiremeyişimiz midir? Sorunların merkezinde yer alanlara sorunların sebeplerini anlatamayışımız mıdır?

BİRGÜN Gazetesinden Filiz Gazi, Prof. Dr. FUAT ERCAN ile yapmış olduğu söyleşiden aktaracağım bölümlerle bu köşe yazısını okurlarıma sunacağım. Fuat benim küçük biraderim. Yüreği solda çarpan bir bilim emekçisi olduğu için yazdıklarını paylaşabileceğimi düşünüyorum. Ayrıca bir KHK mağduru olması, onun konumunu belirlediği gibi, değerini de onur belgesi olarak sunuyor:

“İktisatçı Fuat Ercan, bu dönemi “AKP’nin çöküşe tırmanışı” olarak adlandırıyor. Sol, sosyalist, sosyal demokratların politik konumlarını, bu süreçte gelirlerini kaybedecek ve kaybettikçe de muhafazakâr sağ söyleme yönelecek kitlelere göre belirlemesi gerektiğini vurguluyor.”

Aslında uygulanmakta olan politikalar ve yönetme biçimi, büyük çoğunluğun geleceğini karartacağı görülüyordu. Olası geleceği görenler, konum ve koşullarının elverdiği ölçüde gerekli yerleri uyarmaya çalıştılar. Örgütlü yapının farklı araçlarla parçalanması, sınıfsal politikalarının yaşama geçirilmesini engelledi. Bu konuda iktidarı ve kitleleri uyarmak isteyenlerin sesinin duyulmaması için yapılabileceklerin hepsi yapıldı:

“Türkiye gibi ülkelerde döviz ihtiyacı yaşamın tüm alanlarını etkiler. Bu etkiyi de biz en çok fiyatlar üzerinde gözlemliyoruz, ‘her şeyin fiyatını bilip değerini bilmeyen’ kitleler için fiyatlar da (faiz, ücret, kâr, kur) belirli dönemlerde önem kazanır. İşte böyle bir dönemden geçiyoruz. Bir dizi sosyal ilişkiyi temsil eden fiyatları hepimiz yaşayarak öğreniyoruz, yaşam öğretiyor. Fiyatlar ulus-devlet destekli endüstriye dayalı sermaye birikiminin tüm hastalıklarını işaret ettiği gibi zaman içinde yaratacağı olası etkileri de düşünmemize neden olur. Bir anlamda parasal değerleri işaret eden fiyatlar bugün ile gelecek arasında köprü işlevi görüyor, yarına bağlanan köprü üzerinde belirsizlik üzerinden tedirginlik yaşıyoruz. Ve bu tedirginlik haklı bir tedirginlik, çünkü TL’nin muazzam düşüşü, tüm fiyatları dolayısıyla milyonları etkileyecek.”

Bir noktadan sonra olayları başlatanlar bile gelişmeleri(olumsuz) kontrol edemeyebilirler. Sıklıkla tanık olduğumuz bu. Normal koşullarda “mümkün değil” diyebileceğimiz şeylere tanık oluyoruz. Bu olumsuz gelişmelerde ilk kurtarılması gereken olarak kendilerini görüyorlar. Aynı süreçte ekonomik kurtuluş savaşından söz edebiliyorlar. Gerçekte bu savaş, Ulusal Kurtuluş Savaşını kazananların mirasçılarına karşı veriliyor gibi:

“AKP artık toplumun ya da devletin yeniden üretimi değil kendi siyasal iktidarın devamlılığı üzerinden politikalar yürütüyor. Ben buna AKP’nin çöküşe tırmanışı diyorum. Siyasi iktidar çöküşü ötelemek için manevra yeteneğini artıracak öteleme mekanizmalarını harekete geçirdikçe, çöküşünü daha bir hızlandırıyor. Uzun zamandır rıza üretme konusunda başarılı olmayan iktidar ötekileştirerek/düşmanlaştırarak yarattığı çözümsüz ortamı çözüm olarak görüyor. Kuşkusuz çözümsüzlüğü çözüm olarak gören siyasi iktidar sahip olduğu devlet aygıtı ve baskılarını daha bir etkin işlemeye yönelecektir.”

“Türkiye’de kapitalizmin geleceği dünya da kapitalizmin geleceği ile doğrudan bağlantılı, kapitalizmin geleceği üzerine konuşmanın en heyecanlı yanı ise ulus-devlet destekli bu sermaye birikim canavarını ortadan kaldıracak bir toplumsal mücadele alanının nasıl oluşturulacağını konuşmak olmalı. Geleceğini yani artan yıkımını ortadan kaldırmak için yıkımla yüzleşen/yüzleşecek olanlar arasında çapraz dayanışma ağları örülmesi gerekiyor. Ama nasıl? İşte temel sorunumuz bu olmalı.”