Denir ki, bir kitap bazen yalnızca bir kitap değildir. Hele ki o kitap Frantz Fanon'un Siyah Deri Beyaz Maskeler'iyse… Fanon, Karayipler'den Paris'e uzanan bir ruhsal hastalığı mercek altına alır: beyaz olmak isteyen siyahlar. Hayır o siyah insanlar, ten renklerini değiştirmiyorlar; dillerini, duruşlarını değiştiriyor, "beyaz gibi" davranıyorlar. Bir başka deyişle kendi maskelerini beyaz lateksle değil, Fransızca ile, beyaz akılla, beyaz onayıyla kaplıyorlar.

Bu sıcak yaz günlerinde; Fanon'un Siyah Deri, Beyaz Maskeler kitabının sayfalarında geziyorum. İlk sayfalardan anlıyorum ki Fanon'un bu maskeli balosuna biz de bembeyaz davetiyelerle davetliyiz. Çünkü bu ülke; azametli, heybetli, güçlü Osmanlı geçmişiyle Batı'yı önceleri küçümseme, küçümsediği için de onlara bazı ayrıcalıklar verme... Ve daha sonra da bu ayrıcalıkları alanların "bu Osmanlı ne kadar da enayi, onu sömürdükçe, sömürmeli... Ona şirin görünerek ayrıcalıkları kopardıkça , koparmalı kurnazlığıyla" Osmanlı'yı alt etme ve son aşamada Osmanlı'yı bölüşme pazarlığına oturma dönemlerinde... Osmanlı'yı şaşkınlığa uğratıp "Be hey kendini heybetli sanan Osmanlı; nasıl da dize getirdim seni" yaklaşımındaki Batılı'yı küçümserken, giderek onun karşısında küçülme, ezilme, ezik olduğunu duyumsama... Batılı'nın diline, kültürüne, gelişmişliğine ulaşmak amacıyla Batılı'yı taklit etme girişimleri... Amiyane deyişle ipin ucu piçin eline geçince... Osmanlı gücünü yitirip, Batılı'nın elinde oyuncak olunca... Kendi kimliğinden, özgünlüğünden uzaklaşarak; Batı taklitçisi olunca; Osmanlı döneminde başlayan Fransız özentiliği ve dilde Fransızca egemenliği... Osmanlı'da başlayan bu özentilik, bu öykünme, bu taklitçilik; 1950'lerde Türkiye NATO'ya girip, elini ABD'ye verince, bu kez de Amerikan emperyalizmi hem de her alanda... Dilde, kültürde ve dahası Menderes tarafından halka vaad edilen Küçük Amerika olma hayalleri... O günlerden bugünlere; güzel Türkçemiz kirletiliyor Amerikan dizilerinin sokak kültürüne özgü söylemleriyle...

İşte hemen burada önersek Fanon'un sözlerine: Fanon der ki Sömürge insanı beyaz gibi görünmek için dili değiştirir. Oysa bizde "beyaz gibi görünmek" tek başına yetmez, burun da değişir. Estetik kaygılarla; Batılı gibi görünmek için, o kocaman burun gider, yerine minnoş bir burun gelir. O özentili kişi hiç düşünmez ki Fransız'ın da burnu, bir Karadenizli'ninki kadar iridir ama o Fransız burnunun büyüklüğüne hiç aldırmaz, burnunu törpületmek için hekimlerin bıçaklarına teslim olmaz.

Yine bizde Doğu'dan Batı'ya akanlar kente gelince; giyimini değiştirir, aksanını değiştirmeye, Netflix'te "cool" dizi repliklerini ezberlemeğe, AVM'de selfie çekmeğe başlar. Çünkü o Batılı olmayı; onu taklit etmek olarak algılar. Böyle yapınca Batılı mı olur? Yoo… Yalnızca; Maskeli olur. Tıpkı siyah adamın, beyaz maske takmağa çalışması gibi taklitçi, özentili, eğreti, yapay, belki de komik olur.

Tüm bu maskelerin altında, Fanon'un bahsettiği bağımlılık kompleksi saklıdır. Osmanlı'nın Fransızcası ne ise, bugünün İngilizce atıf endeksleri de odur. Bilim yapmak için İngilizce yazacaksın. Yerel dil mi? O, "çocuklara masal kitabı" yazmak içindir. Dolayısıyla bu da sözde bağımlılık olmaktadır. Birilerinin diline, onayına, indeksine bağımlı olduğunu sanırsın; oysa kendi zihnini kiraya verdiğinin ayırdına bile varmazsın.

Elbette bir de algoritmalar var. Bizi tek tip sayan, "Türk toplumu homojendir" diye kodlayan, Google Translate'e "Merhaba" yazınca 249 dilde çeviri yapan o algoritmalar. Oysa bu ülke "72 buçuk milletin harmanı". Balkan kökenli Aydınlanmacıların, Selanikli Jön Türklerin, İttihatçıların, Cumhuriyetin kurucularının DNA'sı, Orta Doğu'dan gelen dağ kökenli yurttaşların 'kente iniş' heyecanıyla yan yana yaşar. Kimisi doğuştan Batılıdır; kimisi Batılı olacağını sanır. Batılı olacağını sananlar da Fanon'un dile getirdiği maskeyi takar, onunla dolaşır.

Bugün televizyon dizileri, bu maskeyi her hafta **"prime time"**da parlatır. Batılı yönetmen hayalleri, Batılı senaryo kopyaları, Batılı gibi giyinip ama Batılı gibi öpüşemeyen çiftler... Kim yazıyor bunları? Çoğu Orta Doğu kökenli kalemler. Bir hayalin, başka bir hayale taklitlenmesidir bu: Gerçek Batılı zaten balkonda kahvesini içer, kendi öyküsünü yazar ve yaşar; taklitçi Batılı ise sabaha kadar Osmanlı döneminin masalı olan "Aşk-ı Memnu" repliklerini sanki güncelmiş gibi parlatır da parlatır..

Fanon bugün aramızda olsa belki şöyle derdi:

"Sevgili Türkiye halkı, siz zaten Batılısınız. Osmanlı'dan beri Batı ile iç, içe yaşıyorsunuz. Ama kendi özgün burnunuzu, kendi ana dilinizi, kendi bilim dilinizi öcü sayıp maskelendiğiniz sürece, kendi özünüzü kiraya veriyorsunuz. Üstelik bu kira sözleşmesini de siz imzalıyorsunuz."

"Bir kitap okudum, hayatım değişti" klişesi vardır ya… Fanon'un kitabı tam da bu sözün hakkını veriyor, eğer özenle okur ve kitabı yorumlamaya çalışırsanız... Çünkü bu kitap; insanın maskesini yüzünden değil, zihninden sıyırıyor. Bizim maskemiz burun estetiğinden çıkmıyor; akademik dergilerin "submission" bölümünde, prime time dizisinin "lansman" toplantısında, algoritmaların tek tip "Türk profili" dayatmasında üretiliyor.

Bu yüzden:

Kimliğinize Fanon'dan bir cümle ödünç alın:

"Bağımlılık gerçek değildir, zihin sömürgesizleşirse maske de düşer."

Ve o maske düşünce, kendi varlığıyla mutlu olmasını bilen, başkalarına öykünmeyen insan bir oh çeker. Çünkü başkalarına özenen değil, özüne dönen insan mutlu yaşar.

Son söz olarak diyelim ki maskeler düşsün, burunlar doğal kalsın, ama zihinler özgür olsun.