Her şeyden önce birey olmak kesinlikle özgür olmayı gerektirir. Özgür birey kul-köle olmayan ve aklını yaşamdan yana kullanabilen kişidir. Aklını kullanmak bir yanıyla üretim iken, öte yanıyla da yaşamı yaşanılası kılma çabası ve katkısıdır. Bu özgürlük bağımsızlığında kanıtıdır…

Sorumluluk bilinç temeli bir algı sorunudur. Burada algı öz uyaran görevi görür. Genel anlamda temel algı, varlık algısıdır. Varlık algısı bir farkındalıktır. Farkındalık, duygudaşlığı olanaklı kılar.

Yaşamı ciddiye almak bir sorumluluk bilincidir. Görevin anlam ve önemini kavramak bir sorumluluk bilincinin gereğidir. Sıradanların sorumluluğu sadece kendilerine belletilenleri tekrardan ibarettir. Aydın sorumluluğu olabilecek olanları olması gerektiği gibi yapmakla birlikte, olabilecek olanları da hesaba katmaktır. Yani öngörmek ve bunu varlıklar yararına kullanmaktır. Sıradan biri bilmezliğinden ötürü, kendi aleyhine olan veya olabilecek olan olaylarda kendisine karşı eyleme geçebilir(!) Bu süreçte kurgulandığı üzere kendisinden yana olanlara saldırarak; kendisini kullananlara hizmet etmiş olur(!)

Özne sadece var olan değil, varlığının bilincinde olarak, nasıl var olmaya devam edebileceğini belirleyebilmektir. Bu saptama aslında sınıfsal bilince gönderme yapmaktadır. Yani dolaylı bir biçimde ideolojiyi tanımlamaktır. İdeoloji, yaşama ilişkin istem, beklenti ve tasarımlar toplamından oluşan bir dünya görüşüdür. Bu nedenle algılamak ve öngörebilmek, Öznensel işlevlerdendir. Sınıf bilincinin olmazsa olmazı farkındalıktır. Toplumda sınıflarının bilincinde olmayanlar ayak altında kalır(!) Bilinçsizce akıntıya kapılanlar özne olmaktan uzaklaşır. Ve efendisine yaklaşanlarda kendisinden uzaklaşır!

Pozitif gelişim süreci içinde olan kişinin görüş alanı genişler ve bilinci artar. Böyle bir süreç yaşayan kişi, kendi hakları kadar ötekilerin ve tüm varlıkların haklarını bilir ve gözetir. Bu bilince sahip olan ve özgür iradi katılımda bulunanlar aynı örgütlü yapı içinde yer alır. Birlikteliklerden uzlaşmalardan ve adil paylaşımlardan yana olur. Bu betimleme, yurtsever ve sosyalistleri çağrıştırır…

Milliyetçilik doğal gelişimin ilk ve ilkel basamağıdır. Bu gelişim doğal olarak yoluna devam ettiği zaman yurtseverliğe evrilir. Daha sonra kendisini geçerek insan severliğe ve onu da kucaklayan varlık severliğe ulaşır. Bu gelişim doğal olarak tamamlanmadığı zaman, daha doğrusu doğal gelişim bir biçimde engellendiği ya da çarpıtıldığı zaman; faşizme veya tutuculuğa uygun bir platform oluşturur(!) Demokrasi yanlısı yöneticiler toplumsal gelişmeleri ivmelendirecek çözüm ve yaklaşımlar üretirken, çıkarcı ve tutucu yöneticiler toplumun bu barajı aşmaması için çaba harcar. Sonuçta, sadece kendi çıkarını düşünenlerle toplum yararına çözümler isteyenlerin çatışmaları sürer gider!

Milliyetçiler tanımadıklarının, dinciler bilmediklerinin savunucusudurlar(!) Kuruluş koşullarında uygulanan ve o süreçle kesişen bir Atatürk milliyetçiliği vardı. Bu milliyetçilik yaklaşımı, eşitlik temelini öngörmekteydi. Ön açan, yol gösteren ve destekleyerek el atan bir yaklaşım söz konusuydu. Bütün bunların temelinde; “Üreten köylü milletin efendisidir.” Söylemi ayrımsız birleştirici, bütünleştirici ve değişim temelli bir yaklaşımdır. Dayanışmayla üreten, adil olarak paylaşan bir bütünleştirici pozitif yaklaşım söz konu idi. Üretmenin bağımsızlık olduğu bilinciyle on beş yıl içinde ülkeye kırk sekiz fabrika kazandıran kamusal bir yaklaşım. Uçak üretmeyi başaran bir yaklaşım, kendi kendine yetebilmeyi gerçekleştiren bir yaklaşım…

Eşitlik temelli demokratik milliyetçilik yasalar önünde eşitliği gerçekleştirerek güvenceye almıştır. Adil paylaşımda eşitlik ve yaşamın her alanında fırsat eşitliği sağlanmıştır. Kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyet; herkese her şey olabilmenin kapılarını açmıştır. Bu eşitlikler serisini, kadın erkek eşitliği ile taçlandırmıştır. Eğitimde, sağlıkta, güvenlikte ve güvencede eşitlik sağlanmıştır. Ayrıcalığı liyakate bağlayarak üretenlerin değeri kollanmıştır. Bugün, bütün bunlara o kadar çok ihtiyacımız var ki!...