Se­vi­le­nin ya­ra­sı, se­ven­de kanar! Bek­len­ti dışı olum­suz ve is­tem­siz dav­ra­nış ve eylem, iha­net ola­rak de­ğer­len­di­ri­lir. Özel­lik­le en az iki kişi ara­sın­da geçen bir olay­da masum olan kişi veya ta­ra­fın gü­ve­ni söz ko­nu­su ise, durum biraz daha ahlak dı­şı­lı­ğa doğru kayar. İha­ne­tin ta­raf­la­rın­dan biri aydın diye ni­te­le­nen kişi ise durum daha da va­him­le­şir ki; o ki­şi­nin aydın ni­te­li­ği de düşer(!)
Ha­yat­ta kal­mak, sert veya yu­mu­şak bir yaşam sa­va­şı­dır. Biz buna yaşam mü­ca­de­le­si di­yo­ruz. Bu mü­ca­de­le temel hak­la­rın, hu­ku­kun üs­tün­lü­ğü te­me­lin­de sa­vu­nul­ma­sı­dır. Barış, sa­va­şın sert­li­ği­ni tör­pü­le­yen bir ılım­lı yak­la­şım­dır. Her savaş en azın­dan iki ta­ra­fın ol­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir. Sa­va­şan ta­raf­la­rın her ikisi de fark­lı dü­zey­ler­de suçlu ola­bi­lir. Ge­nel­lik­le tanık ol­du­ğu­muz, ta­raf­lar­dan bi­ri­nin ağır suçlu ol­ma­sı ha­li­dir. Ço­ğun­luk­la ağır suçlu olan taraf “zorba” olan­dır!
Barış, far­kın­da­lık­lı bir­lik­te­lik­tir. Barış, adil pay­la­şı­mı be­nim­se­mek de­mek­tir. Barış, bir­lik­te­lik te­mel­li ve pay­la­şım­lı gü­ven­ce­dir. Güven her ko­şul­da bi­linç­li ve ya­rar­lı üret­ken­lik­tir. İnsan onu­ru­na ya­ra­şır ya­şam­lar hoş­gö­rü ile ger­çek­leş­ti­ri­lir ki, işte bunun adı ba­rış­tır…
AYDIN; gö­rül­me­ye­ni gören, so­rul­ma­ya­nı soran, çö­zül­me­ye­ni çözen ve top­lum­sal ha­fı­za­yı tem­sil eden, top­lu­luk, mil­let ve dünya in­san­lık aile­si­nin say­gın ve özgür bi­re­yi­dir!
Nor­mal bir in­sa­nın ya­şa­dım di­ye­bil­me­si için ça­ğı­nın ta­nı­ğı ol­ma­sı gerek. Ama, ça­ğı­na tanık olmak hiç kolay değil: Bir çıkar için sus­tu­ğu an, yük­sek bir ses duy­du­ğun­da du­rak­sa­dı­ğın­da, tanık ol­du­ğu bir şeye tanık ol­mak­tan sa­kın­dı­ğı an, in­san­ca ya­şa­ma konan en­gel­le­ri gör­mez­den gel­di­ği an, iş­ken­ce fer­yat­la­rı­na ku­la­ğı­nı tı­ka­dı­ğı an…İnsan­lı­ğa gü­ve­ni­ni ve ken­di­si­ne say­gı­sı­nı yi­tir­di­ği an! Hak, hukuk ve ada­le­ti gör­mez­den gel­di­ği an… İnsan­lar­da­ki kı­rıl­ma, bu nok­ta­da baş­lar(!)
“Sart­re’a göre en­te­lek­tü­el; ik­ti­da­rın değil, top­lu­mun çı­kar­la­rın­dan ya­na­dır ve top­lu­mu ezi­len­le­rin bakış açı­sın­dan ele alır. Çe­liş­ki­nin do­ğa­sı onu taraf ol­ma­ya zor­lar ve ezi­len­ler­den yana saf tutar.” Ken­di­sin­den yana ola­bil­mek için sus­ma­ma­nın ge­rek­ti­ği bi­lin­me­li­dir. Ger­çek­ler­den yana olmak, insan du­yar­lı­ğı­na sahip olmak de­mek­tir. İnsan du­yar­lı­ğı­na sahip ol­ma­mak in­san­lı­ğa iha­net­tir. İha­net­le­rin en bü­yü­ğü ise; hak­sız bir sa­va­şa neden ol­mak­tır:
1-İhanet, in­san­lı­ğın be­de­nin­de yara açıl­ma­sı­na neden ol­mak­tır.
2-İhanet, do­ğa­yı hor kul­la­na­rak onu ya­rar­lı ol­mak­tan çı­kar­mak­tır.
3-İhanet, var­lık­la­ra ya­şam­sal kat­kı­lar sunan kay­nak­la­rın; bilim, akıl ve man­tık dışı ola­rak ki­şi­sel çı­kar­lar için yağ­ma­lan­ma­sı­dır.
4-İhanet; is­ten­me­ye­ni, bek­len­me­ye­ni, tüm var­lık­la­rın ve do­ğa­nın le­hi­ne ol­ma­yan şey­le­ri yap­mak­tır. Üs­te­lik bu kö­tü­lük­le­ri; bi­le­rek, is­te­ye­rek ve plan­la­ya­rak yap­mak­tır.
5-Eşi­ne, işine, hal­kı­na ve ül­ke­si­ne karşı so­rum­lu­luk­la­rı­nı ye­ri­ne ge­tir­me­mek bir iha­net­tir.
6-İhanet ile çıkar yan yana yü­rür­ken, çı­ka­rı öne ge­çir­mek­tir!
Şim­di­ler­de en çok ih­ti­ya­cı­mız olan şey; ko­nuş­ma­sı ge­re­ken­le­rin büyük bir sus­kun­lu­ğa gö­mül­dü­ğü gü­nü­mü­zün korku im­pa­ra­tor­lu­ğun­da, sus­ma­yan­la­rın, her türlü hak­sız­lık ve hu­kuk­suz­luk kar­şı­sın­da güçlü ve onur­lu bir şe­kil­de hay­kı­ran­la­rın da var ol­du­ğu­nu gös­ter­me, ger­çek ve ge­ne­ti­ğiy­le oy­nan­ma­mış sağ­du­yu­lu ay­dın­la­rın daha yük­sek ve yü­rek­li sesle hay­kır­ma­la­rı, top­lum­sal ke­sim­le­rin de sil­ki­ne­rek ayağa kalk­ma­la­rı ve bu ses­le­re ses kat­ma­la­rı­dır. Oto­ri­ter zih­ni­ye­tin top­lum­da ya­rat­tı­ğı ve her geçen gün ar­ta­rak devam eden trav­ma­nın yan­sı­ma­sı olan iç ve dış ses­ler git­tik­çe art­ma­lı ve yan­lış sa­hip­le­ri­ni daha fazla ra­hat­sız et­me­ye devam et­me­li­dir. Şimdi ye­te­rin­ce se­si­mi­zi yük­sel­te­mez­sek bir daha ses çı­ka­ra­bi­le­ce­ği­miz bir ortam bu­la­ma­ya­bi­li­riz. Bu karşı çıkış, de­mok­ra­si­den ve öz­gür­lük­le­ri­miz­den ta­ma­men ko­pu­şun dur­du­rul­ma­sı için son çır­pı­nış­la­rı­mız­dır.
Unut­ma­ya­lım ki, in­san­lık ta­ri­hi aydın ol­ma­nın ge­re­ği­ni yapan ve be­de­li­ni so­nu­na kadar öde­yen dev­rim­ci­ler­le do­lu­dur ve uy­gar­lık bu sırt­lar­da ta­şı­na­rak ge­lecek ku­şak­la­ra ile­til­mek­te­dir. Bu ne­den­le dev­rim­ci­ler top­lu­mun vic­da­nı­dır.
Bu nok­ta­da altı çi­zil­me­si ge­re­ken ger­çek şudur: Ay­dın­lar ko­nuş­tu­ğu zaman değil, ko­nuş­ma­yıp sus­tuk­la­rı zaman iha­net etmiş olur­lar(!)… Yargı hu­kuk­tan uzak­laş­tı­ğı an top­lum çü­rü­me­ye baş­lar. 12 Eylül fa­şiz­min­den sonra ay­dın­lar di­lek­çe­si gün­de­me gel­miş­ti. Ya­şa­dı­ğı­mız hukuk dı­şı­lık­la­ra karşı çık­mak için yaz­dı­ğım uzun bir şi­irin iki di­ze­si şöy­ley­di:
“Kimi ay­dın­lar sus­ma­nın utan­cıy­la,
Gün­ler­ce vic­dan azabı yu­dum­la­dı­lar! ...”