Günümüz; kadınların yalnızca sokakta değil, felsefenin kadim koridorlarında da susturulduğu gerçeğiyle yüzleşmenin günüdür. Ne acı ki Sokrates’in ünlü "sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez" sözü, kadınlar için nedense geçerli sayılmadı. Çünkü kadınların yaşamı sorgulansa da, ender olarak yazıldı. Düşüncelerine kulak verilmedi, yazdıkları kitaplara girmedi, konuştukları "filozof" unvanıyla taçlandırılmadı.

Antik Yunan’dan modern çağa uzanan bu dışlama, felsefenin temelini sarsan bir çelişki barındırır. Platon’un ideal devletinde kadın ancak "devlet yararına yararlıysa" yer bulurken, Aristoteles kadınları "eksik erkek" olarak tanımladı. Kant ise kadını "duygusal bir varlık" etiketiyle kamusal alandan, dolayısıyla düşünce alanından tamamen dışladı. Yetmedi; kilise kadını Havva’nın günahkar mirasçısı olarak tanıtırken, tarikatlar "kadın susmalı" buyruğunu verdi. Tüm bu düşünce sistemleri, "akıl" dediği kavramı erkekle eşitledi ve kadını düşünceden dışlamak bir gelenek olarak günümüze kadar süregeldi. Bu durum; yalnızca bir tarih sorunsalı değil, günümüze dek uzanan çarpık bir anlayış haritasıdır.

Kadınların felsefe tarihinde görünmez kılınması, basit bir "unutulmuşluk" değil, kasıtlı bir silme işlemiydi. Çünkü kadının bilgisi tehlikeliydi. Bu bilgi, yerleşik dogmaları sarsar, erkekliği huzursuz eder ve var olan düzeni değiştirme olasılığı taşırdı. Bu yüzden kadınlar ya ev içine hapsedildi ya da azize gibi suskunlaştırıldı. Çoğunlukla "erkek filozoflar için susan kadınlar", aklın tapınaklarını sessizce yapılandırdılar.

Ama artık konuşmanın günü geldi. Çünkü kadın felsefeden dışlanırken, felsefe de eksildi. Kadınsız bir düşünce geleneği, yalnızca tek sesli değil; aynı anda tek gözlüdür, tek bir bakış açısına tutsaktır. Bu durum, felsefenin kendi savıyla çelişir; çünkü evrensel bilgelik arayışı, ancak tüm sesleri içerdiğinde gerçek anlamını bulur.

Şimdi Soruyoruz:

  • Kadın neden susturuldu ve bilgisi neden ikincilleştirildi?

  • Daha da önemlisi, bu sessizlik günümüzde neden hala devam ediyor?

Bu soruları yalnızca kadınlar için değil, felsefenin kendisi için sormalıyız. Çünkü felsefe, kendini "herkes" adına konuşan bir alan olarak tanımlıyorsa, öncelikle geçmişte kimler adına konuşmadığını da açıkça anlatmalıdır. Bilinmelidir ki kadın konuşmaya başladığında felsefe tamamlanmaz; belki de ilk kez gerçekten başlar.