Bir küçük belde var ki…
Birçok “ben” kendi aynasının içine hapsolmuş, gömülmüş.
Görünen suret, içe bükülmüş bir benlikten ibaret.
Bir kısım insan o aynanın içinde yalnızca kendisini izliyor, kendi yankısından besleniyor…
Bizler o beldede yaşamaya çalışırken “ben”i öyle büyüttük ki, “biz” kelimesi cümleye sığmaz oldu.
Bölünme şiar oldu, yöntem oldu, ben merkezciliğin silahı haline geldi.
Ama [ne yazık ki] bizler amip gibi, bölüne bölüne çoğalamıyoruz.
Bölündükçe, eksiliyoruz; içten içe çürüyoruz…
Ben merkezcilerin sultasında göbeklerimizi kaşıyor; yan gelip yatıyoruz ama, çalışır gibi yapıyoruz…
Böylece bölünmüş her topluluk kendi duvarını kalınlaştırıyor.
Ve içimize sindirdiğimiz bir milyon öfke o duvarın arkasında kendisine gölge bir yer arıyor.
Sevgi, şüpheyle lekeleniyor.
Şöyle bir sorgulayın lütfen:
- Kendisine hayran bir zihin, başkasının acısını nasıl duyar?
Hep birlikte olmanın lezzetini, böylelikle ortaya çıkacak büyük gücü nasıl tadar; nasıl anlar?..
“Böl-yönet” stratejisi, birilerinin en etkili silahıdır.
Ve bu silahın kabzasına sarılmış olan ben-merkezci kişi[ler] ise, o birilerinin gizli-açık mürididir, militanıdır.
Yani sözün özü ve özeti; ben merkezcilik, bireysel bir zeminde özenle beslenip büyütülen toplumsal bir hıyanet üretim merkezidir…
Belki de en büyük devrime doğru ancak, “ben”i egonun kirinden arındırarak; derinleştirerek/geliştirerek ve “biz”in içinde eriterek yol alabiliriz.