“Yönetim biçimimizin adı demokratia’dır. Bu ad, ona birkaç kişiye değil, bütün yurttaşlara dayandığı için verilmiştir.”

Kim demiş bu sözleri? Antik Yunan'da Perikles denen adam...

Kimdir Perikles?

Perikles (MÖ 495–429), Antik Yunan’ın altın çağında Atina’nın siyasal, kültürel ve entelektüel önderliğini üstlenmiş önemli bir devlet adamıdır. Doğrudan demokrasi anlayışını güçlendirmiş, yurttaş katılımını kurumsallaştırmış, Parthenon gibi simgesel yapılarla döneme damga vurmuştur. Onun için demokrasi yalnızca bir yönetim biçimi değil, kamusal yaşamın etik temeliydi.

Giderek kavramlar değişti, anlamlar kaydı. “Halk” yerini “yurttaş”a bıraktı, o da “kitle”ye, “veri kümesi”ne, “seçmen segmenti”ne dönüştü. Günümüzde “hedeflenmiş kullanıcı davranışı”ndan söz ediyoruz. Bir başka deyişle algoritmaların sevdiği türden bireylerden söz ediyoruz; tıklayan, oy veren ama fazla konuşmayan, sorgulamayan türünden... Geçmiş çağlarda insanlar agoralarda düşünce üretir, tartışır, karar verirdi. Dijital çağda ekran başında etiket üretip anket tüketiyoruz. Tartışmaların yerini söylemler, alanların yerini dijital yankı odaları aldı. Demokrasi ise gitgide katılımdan koparılarak bir dekorasyona dönüştü.

Ve seçim dönemleri... Seçim dönemlerinde; sandıklar halkın önüne gelir, oylar verilir. Sonra her şey unutulur. Seçim döneminde seçmen anımsanır, sonrası sessizliktir.

“Oy al ama halkı karara katma” uygulaması sıradanlaşır. Dolayısıyla yönetişim ilkesi; açıklık yerine temsile, temsilden de giderek simgesel, göstermelik bir anlama dönüşür.

Nasıl ki matematikte sabit bir sayının türevi sıfırdır; bir başka anlatımla değişim yoktur, eylem yoktur, yaşam yoktur. Demokraside de yurttaş yalnızca seçim günü anımsanıyorsa ve geri kalan anlarda susuyor ya da susturuluyorsa; türev sıfırdır, sistem donmuştur. Geriye yalnızca çerçevelenmiş bir söz, müzede sergilenen bir model kalır:

“Demokrasi... İşte buradaydı, lütfen dokunmayın.”

Ne yazık ki demokrasinin günümüzdeki son durumu, işleyişi; “dört yılda bir uğrayan konuk” gibi... Bizler de oy verdiğimiz gün yurttaşız, ertesi gün yalnızca “sokaktaki adam, kadın, sıradan ölümlüler” kadar değersiziz. Partiler ve partililer; seçim öncesi “hizmetkâr”, sonrası “yönetici elit.” ve bu süreçte de hiç değişmeyen köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyen; siyasetçilerin aldatıcı yakınlığı, yaklaşımı...

Gerçek demokrasilerde katılım arttıkça hesap sorulur. Ama bu, egemenlerin işine gelmez. Bu nedenle düşük katılım, onların ekmeğine yağ bal süren bir yönetişim biçimidir. Çünkü kimse soru sormazsa, kimseye yanıt vermek gerekmez. Böylesi ortamlarda da demokrasiden çok sessizlik kazanır.

Demokrasilerde...

Eğer gerçekten halk yönetiyorsa; neden halkın sesinin az çıkması istenir?

Eğer yurttaş karar verir deniyorsa; neden kararlar hep yukarıdan, tepeden inme gelir?

Ve eğer bu bir “demokratia” ise; neden her şey sahne dekoru gibi yapay, göstermelik, aldatıcı görünür?

Çünkü biz; demokrasiyi anayasal bir madde olarak sakladık ama ruhsal içeriğini kaybettik. Siyasal bilim kitaplarında müfredata koyduk, ama yaşamımızdan çıkardık. Sandık kaldı, ama söz unutuldu. Oysa demokrasi bir eylemdir. Durağan değil, dönüşümcü bir süreçtir. Beklemez, yürür. Tüketmez, üretir. En önemlisi de yurttaş yalnızca bir rakam /oy sayısı değil, aynı anda bir ses /düşünce/söz olmalıdır.

Bir kez daha konuya matematiksel yaklaşalım; evet, sabit sayının türevi sıfırdır. Türev varsa değişim vardır. Değişim varsa yaşam vardır. Yaşam varsa, gerçek demokrasi olanaklıdır. Ne yazık ki günümüzde demokrasi kuramı ile uygulaması arasında giderek aşılması olanaksız uçurumlar vardır. Dolayısıyla eğer Perikles günümüzde yaşasaydı; bu uçurumları gördükçe belki de şöyle derdi:

“Yönetim biçimimizin adı hâlâ demokratia… Evet, hâlâ kitaplarda var. Ama yaşamdaki yansıması, sanki cilası dökülmüş bir dekor gibi...”