Ah oğul ah... Ne günlere kaldık... Ne olacak bundan sonra bizim halimiz, yerimizden yurdumuzdan olacağız yakında... Babamız, dedemiz, dedelerimizin dedeleri de bu topraklarda doğdu... Beş yüz yıldır bu topraklara atalarımız can vermişler kan vermişler. Bu topraklarda oynadık, bu topraklarda ağladık, bu topraklarda sevdik... Bu topraklarda öldü atalarımız... Şimdi yol görünüyor bize... Bizim anavatanımız da, baba vatanımız da burası, her şeyimiz burada oğul... Ve gidersek kalbimiz de burada kalacak... Ah... Ah...

Baba, dedemizin mezarı da mı burada kalacak?

Oğluna döndü yüzünü, onun yüz hatlarında babasını gördü... Tütün çapalıyordu, alnından boncuk boncuk terler akarken, Selanik türküsünü bir ağıt tadında söylüyordu... Annem de çapasını bırakmış, babamı dinliyordu... Badem ağacındaki bir serçe de katılmıştı bu hüzünlü türküye...”Aman ölüm, zalım ölüm üçgün ara ver”... Ne kadar da çok benziyordu oğlu Murat babasına... Gözleri doldu dolacak, oğluna göstermemek için gözyaşlarını, oturduğu taşın üstünden kalkarak, kıyıya doğru yürüdü... Masmavi deniz çarşaf gibiydi bugün... Sanki o da hüzünlenmiş, susmuş, gözyaşlarına ortak olmak istemişti Orhan’ın... Elini cebine attı gayri ihtiyarı olarak, parıl parıl parlayan, babasından kalma tütün tabakası ellerindeydi... Kavala’nın en  kaliteli tütününü yetiştiriyorlardı... Kalınca bir sigara sardı ve tüm gücüyle içine çekerek, dumanını gözlerini ayıramadığı denizin ufkuna, karşı kıyılara doğru üfledi... Duman uçtu uçtu ve gözden kayboldu, denize karıştı ve bütünleşti ... İçi burkuldu, bir şeyler kaybetmiş gibi sağına döndüğünde elleri Murat’ın elindeydi... Elini tutan oğlu Murat’a baktı, daha on yaşındaydı, olan bitenleri aklıyla nasıl yorumlamaya çalışıyordu kim bilir... Sokaktan, dedikodulardan, göç hazırlıklarından bir şeyler seziyor olmalıydı... Belki de her şey ona oyun gibi geliyordu...

Baba çok mu uzaklara gideceğiz?

Murat’a döndü ve ne diyeceğini bilemeden, parmağıyla denizin ufkunu gösterdi... Karşı kıyılar oğul... Bu denizin , bu suyun öte yüzü... Bu mavi suyun karşısı... Birden içi yumuşadı, aynı denizi paylaşıyor ve paylaşacak olmanın rahatlığı yüzüne yansıdı...

Yakınmış baba ne var ki, istediğimiz zaman geri geliriz...

Murat’a ne diyeceğini bilemedi.

Evet evet oğlum yakındır arada sırada tekrar geliriz, özlem gideririz... Tüm bunları nasıl söylemişti... Söylediklerinin yalan ve imkânsız olduğunu bile bile... Artık dönüşü olmayan bir yola girildiğini biliyordu... O özene bezene yaptırdıkları ve tüm köylünün hayran olduğu ve adına Hacı Murat'ın konağı dedikleri evlerinde artık son günleri yaşadıklarının bilincindeydi... Bunca emek verdikleri, anıları canlı canlı duran bu ev kim bilir hangi Rum'un düşlerini süsleyecekti... Tüm bunları Murat’a anlatamazdı. Onun çocuk kalbinin kırılmasını istemezdi. Nasıl olsa zamanla her şeyi gerçeği en ince noktasına ayrıntılarına kadar öğrenecekti...

Hani baba bir Mustafa var diyordun... O da bizim buralardanmış... Çok büyük bir kahramanmış... Tüm dünya ondan korkarmış... Masmavi gözleri, altın sarısı saçları varmış... Çanakkale’de tüm dünyayı yenmiş... Tahsin söyledi, ona kurşun bile işlemezmiş...

Evet oğul, o çok büyük bir kahraman. Hep Mustafa’yı bekledik yıllarca, buraları tekrar vatanımızla bütünleştirmesini arzuladık... İçimizde bu umut hep vardı...Suyun öteki yüzüne masmavi denize baktık yıllarca, bazı görür gibi de olduk düş denizinde Türk gemilerini...Düşlerimizde hep o gemiler vardı...O gemiler gelmedi, gelemedi... Zaman değişti, devran değişti... Anadolu topraklarının varlığı bile tehlikeye düştü... Bize buraları yurt yapan Osmanlı’nın gücü zaten yıllardır buralarda yoktu... Buralarda az  uğraşmadık Rum çeteleriyle... Kaç kez bastılar köyümüzü... Ama bizden her zaman korkarlar...Osmanlı katıldığı Cihan Harbinde çok sayıda devletle savaşmak zorunda kaldı, yenildi ve dağılma noktasına geldi... Bu durum Rumlar'a cesaret verdi...Avrupa ülkelerinden gördükleri destekle Anadolu'nun içlerine kadar girdiler, Ankara'ya kadar yaklaştılar... Bizim Aslan Mustafa onlara gününü gösterdi... Kendilerini buralara zor attılar... Devletler araya girdiler, Lozan’da da bir antlaşma yapıldı... İşte bu antlaşmayla bize de yol görünüyor... Anadolu’daki Rumlar buraya, biz de Anadolu’muza dönüyoruz...

Haydi oğul, şimdi bunların konuşmanın zamanı değil, olan oldu zaten... Artık dönüşü olmayan bir yola giriyoruz... Bu yola hazırlanmaktan başka çaremiz yok... Köyümüz zaten bir aydan beri bu hazırlığı yapıyor... Herkes götürebilecekleri eşyaları denkleri hazırladı... Biz daha hiçbir şey hazırlamadık, hazırlayamadık... Aklımız da, kalbimiz de buralara saplandı kaldı... Deden Hacı Murat'ın mezarının toprağı bile kurumadı... Yakında bu sahiller de gemilerle dolacak... Bir zamanlar umutla beklediğimiz, düşlerimize giren gemiler şimdi bizi topraklarımızdan, yerimizden yurdumuzdan söküp almak için gelecekler...

(Devam edecek)