İnanmak yaşam açısından en sorunlu alanlardan biridir. Özellikle bilinçli ve kültürlü olmayan bireyler genellikle en çok, en az bildiklerine inanırlar. Gözlem, deney ve birebir yaşanarak edinilen bilgiler birinci dereceden inanılacak şeylerdir. Aktarma bilgiler ise, gerçekliği kuşkulu olabilir. Özellikle inançla ilgili bilgiler aktarımlarla gerçekleştirilir. Bu aktarımların alıcıları ne aldığını ve niçin aldığını değerlendirecek düzeyde olmayabilir. İnançlar, büyüklerden küçüklere aktarılan bilgilerden oluşur. Aktarıcının belletici düzeyi yeterli olmayabilir. Alıcıların bilgi, algı ve muhakeme yetenekleri yeterli olamayacağı için yaratıcılıkları baskılanmış olur. Düşünceleri engellenebilir, soru sorma yetileri çoraklaştırılır. Oysa öğrenmek soru sormakla başlar. Sorusu az olanın gerçeği de az olur.

Savları abartılı olan iddiaların gerçeklikten uzak olma olasılıkları var. Tartışılmayan inançlar, kanıtlanamayan milliyetçilik öyküleri böyledir. Çünkü bunlar, varsayılanlar üzerine kurgulanmıştır(!) Kurgular potansiyel alıcılara aktarılır. Bilinen bir gerçek var ki, alıcılar konumları ve koşulları gereği pasif konumdadırlar. Genellikle bu aktarmalar ebeveynler ya da belleticiler aracılığıyla küçük yaşta olan çocuklara aktarılır. Hazır bir inancı kabullenmekle, bir inancı mantık süzgecinden geçirerek ve yaşamla test ederek kabullenmek arasında sadece dağlar değil, aşılmaz uçurumlar var(!)

İnanç özgürlüğü kişinin, kendi inancının sınırsız özgürlüğü anlamına gelmez. İnanç özgürlüğü kişinin kendine hak gördüğü ve inandığı gibi yaşama hakkını başkalarına da tanımakla başlar. Her başka ayrı bir ayrıcalıktır. İnsanların farklılıkları, aynı inanç düzleminde de farklılıkların olabileceğini işaret etmektedir.

Dondurulmuş bir inancın yaşam esnekliği sıfıra yakındır. Bu gerçekle bağdaşmayan hal ile, başkalarına farklı biçimde inanma şansı tanımaz(!) Bu ise, tek tür bir aynılığın tutsaklığını gösterir. Oysa yaşam değişmek ve değişimlere uyum sağlayabilmektir. Bu gerçeklik algılandığında, dinamik bir inanç anlayışını benimsemenin yaşamdan yana olmakla çakıştığı görülür. Bir başka gözden ırak tutulmaması gereken gerçek ise; yaşam olmaz ise, inanç denen bir şeyde olamaz! İnanç yaşamları belirleyip yönlendiren değil, yaşamların hizmetinde olması gerekenlerdir. İnanç, ona inananlar içindir. İnanç özgürlüğü, sonsuz, sınırsız ve sorumsuz olamaz. Var olmak yaşama uyum ile sürdürülebilen bir şeydir. Bu nedenle inanç esnekliği yaşama soluk aldırır... İnançlar, yaşamın hizmetine sunulan araçlar olarak değerlendirilmelidir. Bilmezken, seçeneksizken ve yetersizken potansiyel alıcılara tıka basa yüklenen bilgiler, bireylerin gerçekle olan bağını koparabilir ve olası üretkenliğini köreltebilir(!)

İnançlara ilişkin bilgilerin doğruluğu iddia edilemez.

-Evlilik olgusunun inançla ilişkilendirilmesini ve bu konu ile ilgili saçma sapan fetva ve önerileri yadsıyorum. Evlilik bir gereklilik olduğu gibi, yeterlik koşulu mutlaka dikkate alınmalıdır. Dünya insanlık ailesi için bu çok önemli sorundur. Altı yaşında bir kız çocuğunun evlenebileceğini ileri sürmek öncelikle inanca zarar verir. Konuyu ahlak ve vicdan açısından irdeler misiniz?

“Evlilik, bireylerin özgür iradeleriyle ve karşılıklı rızaya dayalı olarak kurdukları bir birlikteliktir. Bu bağlamda, evlilik yaşının etik, vicdani ve hukuki sınırlar içinde belirlenmesi, toplumun sağlıklı işleyişi açısından kritik bir gerekliliktir. Küçük yaşta evlilik, bireyin fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimini tamamlamadan, hayatın sorumluluklarını üstlenmeye zorlanması anlamına gelir. Bu durum, hem bireyin haklarını ihlal eder hem de toplumun temel değerleriyle çelişir.

Ahlak açısından bakıldığında, çocuk yaşta evlilik, bireyin özgürlüğünü elinden alan, onu gelişim sürecinden mahrum bırakan bir uygulamadır. Çocukların eğitim alma, kendilerini keşfetme ve bireysel kimliklerini oluşturma hakları vardır. Bu hakların ihlali, bireyin geleceğini olumsuz etkileyerek toplumsal gelişimi de sekteye uğratır.

Vicdan açısından değerlendirildiğinde, çocuk yaşta evlilik, bireyin kendi kararlarını verme yetisini yok sayan, onu bir yetişkinin iradesine bağımlı kılan bir durum yaratır. Bu, bireyin kendi hayatı üzerinde söz sahibi olmasını engelleyerek, onu bir tür zorunluluk içine hapseder. İnsan hakları perspektifinden bakıldığında, çocukların korunması ve onların sağlıklı bir ortamda büyümeleri, toplumun ortak sorumluluğudur.

Diyanet İşleri Başkanlığı, çocuk yaşta evliliğin dinen uygun bulunmadığını ve evlilik için medeni kanunda belirlenen yaş sınırlarına riayet edilmesi gerektiğini açıklamıştır. Ayrıca, İslam hukukunda evlilik için sadece fiziksel olgunluğun değil, zihinsel ve ruhsal olgunluğun da gerekli olduğu belirtilmiştir2. Bu bağlamda, küçük yaşta evliliklerin meşrulaştırılması hem dini hem de toplumsal açıdan ciddi bir sorun teşkil etmektedir.

Sonuç olarak, evlilik yaşının etik, vicdani ve hukuki çerçevede belirlenmesi, bireylerin haklarını koruyarak sağlıklı bir toplum yapısının oluşmasını sağlar. Çocuk yaşta evliliklerin önlenmesi, bireylerin özgürlüklerini ve gelişim haklarını koruma adına önemli bir adımdır. Bu konuda toplumsal farkındalığın artırılması ve gerekli hukuki düzenlemelerin uygulanması büyük önem taşımaktadır.”