Küresel karbon salınımının yalnızca %1’inden sorumlu olan Türkiye (Global Carbon Atlas, 2023), çevresel anlamda “temiz” bir ülke imajı çiziyor. Ne var ki bu “temizlik”, doğayla uyumlu bir kalkınma stratejisinin değil; ekonomik çöküşün olumsuz dışsallığıdır. Son beş yılda sanayi üretiminde yaşanan yüzde 15’lik daralma ve arka arkaya kapanan fabrikalar, karbon ayak izinin düşmesine yol açmıştır. Ancak bu tabloyu “başarı” olarak sunmak, kara mizah yapmaktan başka bir şey değildir.
Peki sormak gerekmez mi?
Üretimin durduğu bir ülkede çevresel hedeflerin inandırıcılığı olabilir mi?
Bu bağlamda ekonomik krize çözüm bulmak mı daha öncelikli, yoksa çevre politikalarını yeniden düşünmek ve düzenlemek mi?
Soluk alıp veren her canlının karbon saldığı bir yaşam biçimindeyiz. Bu durumda “yeşil” bir kurtuluş yolu varsa, o da yine doğadan geçiyor. Türkiye, son dönemde 3.5 milyar fidan dikerek (Tarım ve Orman Bakanlığı, 2023 verileri) bu alanda dünya sıralamasında ilk üçtedir. Ama bu devasa dikim eylemi, yeşil bir kalkınma vizyonuyla desteklenmedikçe kalıcı bir dönüşüm yaratılabilir mi? Elbette ki çok zor.
Çünkü örnekler ortada:
-
Hindistan, 2030’a kadar güneş enerjisini 280 GW’a ulaştırmayı hedefliyor.
-
Brezilya, biyoyakıtlarla hem tarımı hem enerji üretimini dönüştürüyor.
Peki Türkiye ne yapıyor?
Fidan mı dikiyor, kömürden çıkış için somut stratejiler mi geliştiriyor?
Buna karşın yılın 12 ayında göklerdeki Güneş ülkemizin üzerinden bizlere sırıtıyor; neden benden yararlanmıyorsunuz dercesine?
İklim Yasası taslağına göre, karbon salımına ton başına 40 TL vergi uygulanması planlanıyor. Ancak bu verginin enerji ve ulaşım maliyetlerini artırarak enflasyona yüzde 2–3 arası ek yük bindirebileceği (TEPAV, 2023) öngörülüyor. Bir başka deyişle çevreyi koruyalım derken, dar gelirli yurttaşın sofrasından lokmaları mı (ç)alınacak?
Peki çözüm nerede?
-
Adaletli vergi modeli: Yüksek karbon salımı yapan sektörlerden alınacak vergilerle, yeşil teknoloji yatırımları desteklenebilir.
-
Telafi fonları: Karbon vergisi gelirleri, düşük gelirli hanelere “yeşil enerji desteği” olarak geri dönebilir.
Bu yaklaşımın dünyada örnekleri var şöyle ki Pakistan’ın iklim tazminat talebi ya da Arjantin’in yenilenebilir enerji teşvikleri gibi...
Türkiye’nin düşük karbon profili, yeşil sanayi devrimi için büyük bir olanaktır. Avrupa’da rüzgar enerjisinde 7. sırada olan Türkiye (WindEurope, 2023), bu sektörde hem yeni istihdam alanları yaratabilir hem de enerji dış alımını azaltabilir.
Ama unutmamak gerek:
Yeşil dönüşüm yalnızca çevresel sürdürülebilirlik değil, aynı anda bir sosyal adalet sorunsalıdır.
Karbon vergileriyle doğayı koruyalım derken; kent yoksullarını, tarım işçilerini, küçük esnafı daha da kırılgan duruma getirmemeliyiz.
Türkiye’nin düşük karbon ayak izi, doğru politikalarla bir sıçrama tahtası olabilir. Ancak bu temiz sayfa, ekonomik çöküşün tortusuyla değil; doğayla ve toplumla barışık bir kalkınma modeliyle yazılmalıdır.
Ve belki de asıl soru şudur:
Doğanın yaşaması için bizden ne alınmalı?
Gelirimiz mi? Yaşam kalitemiz mi? Yoksa yalnızca konforumuz mu?
Belki de dönüşüm, insanı ve doğayı aynı denklemde tutan bir politik vizyonla olanaklıdır.
Yalnızca rüzgarıyla değil, yılın 12 ayında Güneş'le dans eden bir ülkede bu kez geç kalmadan…
Belki de şu karbonmonoksitli kömürleri seçim dönemlerinde seçmenin kapılarının önüne yığmadan...
Biliniz ki bir dönemler Bülent Ecevit'in yasakladığı bu kömürleri; yandaşlarına dağıtıyor yıllardır hem iktidarı, hem de muhalefeti...
Bu arada birilerinin; seçim öncesinde "Didim'e doğal gaz getirmek" üzerine var mıydı verilmiş sözleri ?