Erkekler dünyayı yönetmeye antik Yunan’da başladı. Platon bile “ideal devlet”inde kadınları “eşit” sayarken, diyaloglarını hep erkeklerle yazdı. İronik değil mi? Binlerce yıl sonra, Türkiye’de kadınlar 1934’te seçme-seçilme hakkını Fransa’dan 10, İsviçre’den 36 yıl önce kazandı. Ama neden Meclis’teki kadın vekil oranı, bir Afrika kabilesinin dans törenindeki renkli kıyafetler kadar “egzotik” kalıyor? Belki de “devrim” dediğimiz olgu, kâğıt üzerinde parlayan bir mürekkep lekesi; gerçek yaşamda ise eril iktidarın demir yumruğu altında eziliyor.
“Cam tavan” kavramı, kapitalizmin kadına sunduğu romantik bir aldatmaca gibi... “Yükselmen olanaklı,” diyor, “ama başını vurmadan!” Şeffaf engeller, tıpkı mitolojideki Sisifos’un kayası gibi: Kadınlar liyakatle ittikçe, erkek egemen sistem o kayayı yeniden aşağı yuvarlıyor. TBMM’de %17’lik temsil oranı, aslında şunu haykırıyor: “Siz ‘eşitlik’ diye ağlarken, biz size camdan bir labirent ördük. İçinde kaybolun!”
Siyasal partilerin; kadınları “vitrin”de sergilemekte üstlerine yok. “Bakın, ne kadar çağdaşız!” dercesine listelere serpiştirilen birkaç kadın aday, tıpkı lokum tepsisindeki cevizli sucuk gibi: Varlıkları süs, yoklukları mide bulandırıcı. Peki bu “göstermelik feminizm” neden? Çünkü iktidar, erkeğin DNA’sına kodlanmış bir içgüdü.
Uluslararası sözleşmeler imzalanıyor, kotalar konuşuluyor, “toplumsal cinsiyet eşitliği” nutukları atılıyor. Ama bu çabalar, delik bir gemiyi kaşıkla boşaltmaya benziyor. Kota, erkeğin iktidar sofrasına kadını “misafir” olarak davet etmekten öteye geçmiyor. Oysa gerçek eşitlik, sofrayı devirip yeni bir mutfak kurmakta...
Feminist araştırmacı yazar Simone de Beauvoir, “Kadın doğulmaz, kadın olunur,” derken, siyasetin de bir performans olduğunu vurguluyordu. Erkekler iktidarı “doğal” bir hak sanıyor; kadınlar ise sahneye çıkmak için bin bir rol ezberlemek zorunda... “Liderlik”, “kararlılık”, “otorite” gibi kavramlar eril dilin sözlüğünde tanımlanmış. Kadın, bu sözlüğü yırtıp kendi sözlerini yazmadıkça, cam tavan bir yazgı olarak kalacak.
Türkiye, Cumhuriyet’le kadına “insan” statüsü bahşetti ama “iktidar” rolünü hep erkeğe sakladı. Devrimler, yarısı tamamlanmış bir heykel gibi: Bacakları sağlam, elleri eksik. Cam tavanı kırmak için çekiç değil, zihniyet dinamiti lazım. Kadınlar siyasette “var” olduğunda değil, iktidar tanımı kadınlaştığında demokrasi gerçek olacak. Yoksa Meclis’teki boş sandalyeler, hep eril kibrin aynasını süsleyecek.
Not: Bu yazıyı okurken içinizde bir öfke kabarmadıysa, cam tavan sizi çoktan ezmiş demektir. Kadın erkek gerçek anlamda eşit olmadıkça da bu ülkede demokrasi yeşerecek ve yerleşecek diye hiç boşuna beklemeyin.
Selma Erdal; Didim, 22 Mayıs 2025