TARİH YAZICILIĞI…

“Bana tarihçini söyle, sana tarih anlayışını söyleyeyim.”…

Tarih yazıcılığı, öteden beri sorgulanan bir kavram…

Bu yönüyle tarih kitapları eleştiriliyor, tarihin bir bilim dalı olup olmadığı bile sorgulanıyor.

Tarih yazıcılığı, dinlerin, siyasi güçlerin, örf adet ve geleneklerin ve kazananların gözüyle yazıldığından objektiflikten uzaklaştığı ve bu durumun öteki tarih adıyla yeni anlayışı doğurduğunu da söyleyebiliriz… Öteki tarihi yazdığını veya yazacağını söyleyenlerin de ne kadar özgür ve bilimsel anlayışta olduğu da kuşkuludur…

Tarafsızlık, nesnel gerçeklik ve hakkaniyet ilkeleri tarih yazımında ne derecede geçerli olmuştur. Tarihler egemen güçlerin bir dayatmasıyla mı yazılmıştır. Resmi tarih ve nesnel tarih ikilemi bu güvensizlik üzerine mi yaratılmıştır. Tartışmalar da bu ikilem üzerinden mi yürütülmektedir.

Örneğin: Tarih çağlarının, Hz. İsa’nın doğum tarihiyle ilişkilendirilerek M.Ö ve M.S ayrımıyla Dünya’ya kabul ettirilmesi, Hıristiyan tarihçiliğinin insanoğluna bir dayatması değil midir?..

Tarih yazmak konusundaki Atatürk’ün şu sözleri de çok önemli ve gerçekçidir.”Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir hâl alır.”

Geçmişte, İsmet İnönü ile birlik siyaset yapan Süleyman Demirel’in, şu davranışı ve sözleri çok dikkat çekicidir:

İnönü’yü çok sert eleştiren kendi milletvekiline: “İnönü’nün arkasında 2 Cephede kazanılmış 2 zafer var. Sizin arkanızda ise terzinin diktiği ceketten başka bir şey yok” Der.

***

Tarih ve tarih yazıcılığı öteden beri hep sorgulanıyor. İnsanoğlu’nun yapıp ettiklerinin yazılı olarak kayda geçtiği günden bu yana bu sorgulama yapılıyor. Antikçağ Yunan dünyasında Homeros ve Hesiodos’la başlayan efsanelere dayalı tarih anlayışı, süreç içinde ilk kez yazılı belgelere dayanarak tarih olaylarını değerlendiren Herodot oluyor. Herodot, birincil kaynakları hep ikincil kaynaklardan üstün tutmuştur. Tüm bunlara rağmen o da, o dönemin geleneksel tutumundan kurtulamamıştır. Antikçağlarda tarih yazıcılığında Thukydides’in yorumlamaları da bir ilk olma bakımından önemlidir. Örneğin: Thukydides, Peloponnesos Savaşının nedenlerini, iç huzursuzluklara, şehir devletleri arasındaki kavgalara ve bu nedenle göçlerin oluşumuna bağlıyor. Ekonomik etkenleri, değişimleri, iç savaşın nedeni olarak görüyor.

***

Dinsel yapıların, sarayların, siyasi güçlerin kendi anlayışlarına göre bir tarih yazma- yazdırma- anlayışları tarihin objektif olmasının önündeki en büyük engeller olmuştur.

Bu durum 17. Yüzyıl Avrupa’sında da büyük bir sorundu. Kiliselerin keyfi değerlendirmeleriyle ve dinsel dogmalarıyla tarih yazımı yapılıyordu…

O dönemde bu tür tarih yazımına karşı duran aydınlar da vardı. Tarih felsefesi kavramını ilk kez kullanan Fransız düşünür Voltaire (1694- 1778) kilisenin keyfi değerlendirmeleri ve dinsel dogmalarla yazılan tarihlerin objektiflikten uzak olduğu belirterek, objektif ve doğru tarih yazımı için felsefenin tarafsızlığına ihtiyaç vardır demiştir… (Bu arada Voltaire’nin o dönemde ülkemiz üzerine söylediği bir sözü de buraya almak istiyorum. “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır…)

***

Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu Atatürk’ün kurduğu önemli kurumlardandır. Vasiyetinde de:

“Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil kurumlarına tahsis edilecektir.”demiştir.

Bu kurum süreç içinde Türk Dilinin kendi özüne dönmesi, yabancı sözcüklerden arındırılması için önemli bir mücadele verdi ve başarılı da oldu. Tarih araştırmaları konusunda da önemli çalışmalar yapıldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında kullandığımız sözcüklerin ancak %30’a yankını ancak Türkçe iken Türk Dil Kurumunun başarılı çalışmalarıyla bu oran günümüzde %80’leri bulmuştur. Bu çok sevindirici durum ne yazık ki günümüzün siyasi anlayışlarının Osmanlıcı ve Arapça seviciliği yüzünden darbe yemektedir.

Dinci bir anlayışla dil geliştirmeye ve tarih yazmaya çok meraklı olan mevcut iktidar bu kurumlara yaptığı atamalarla da bunu gerçekleştirmek istemektedir.

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde de yaşadığımız gibi ülkemiz tarih boyunca bu ve bu gibi cemaat ve tarikatlardan çok çekmiştir... Çağdaş uygarlıktan geri kalmamıza da bunlar sebep olmuştur. Atatürk, Cumhuriyetimizi kurarken bunu görmüş ve “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” Demiştir.

***

Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, öteden beri tarih konusuyla yakından ilgileniyor, kendi tarih anlayışını ve yorumunu da topluma ve eğitim sistemine dayatmaya çalışıyor…

Geçtiğimiz yıllarda ölen ve ölmeden önce vasiyet niteliğinde “Atatürk’le zerre kadar muhabbeti olan cenazeme gelmesin ve keşke Yunan galip gelseydi diyen Kadir Mısıroğlu gibi tarihçi olup olmadığı belli olmayanların da Sarayın tarih toplantılarına çağrıldığını biliyoruz.

Yaşar Nuri Öztürk, bir konuşmasında: Bana vatan hainliği tanımı yapın derseniz İskilipli Atuf Hoca derim demişti. İskilipli Atuf Hoca’nın bazılarının belirttiği gibi şapka giymediği için değil, Kurtuluş Savaşı sırasında Düşmanla işbirliği yaptığı için idam edilmiştir. Şimdi bu vatan haininden bir kahraman yaratılma anlayışı var. Adı bazı devlet kurumlarına bile verildi… Atatürk’ün vasiyetiyle ve mirasıyla; Türk Dili ve Tarihi üzerine araştırmaların yapılması gereken bu kurumlar ne yazık ki; vasiyete ve mirasa uymayan uygulamalar içinde bulunmaktadır…

***

Tarihin derinliklerine takılıp kalır, kan davası güder gibi, dünü bugünün değerleriyle değerlendirmeye, karşılaştırmaya çalışırsak; işin içinden çıkamadığımız gibi düşmanlıkları artırır iç barıştan da uzaklaşırız…

Özellikle Devlet adamları tarih konusunda konuşurken, sözlerine çok dikkat etmelidir. Tarihçilerini de iyi seçmelidirler

Elbette, günümüzde; tüm tarihi bilgilerin yeniden sorgulanması gerçeği doğrudur. Tarih felsefesi, bu yönde gelişen çok önemli bir felsefi ekoldür. Tarih, tarih yazımı, tarihin yapıldığı dönemleri sorgulanması da bu açılardan çok önemlidir.

Kendi ideolojik kalıplarına göre yeni bir tarih ısmarlama, bir tarih yazdırma anlayışı, Ülkemizi emperyalistlerin paylaşım masalarından canlarıyla, kanlarıyla kurtaran, Cumhuriyeti kuran, çağdaş bir ulus olmanın yollarını açan atalarımıza karşı bir güvensizlik ve saygısızlıktır…Hele Cumhuriyeti savaş meydanlarındaki kazandıkları zaferle kuranlara da iki ayyaş demek, kadir kıymet bilmezlikten, bilgisizlikten başka bir şey değildir…

Sözlerimi, konuyla bağlantılı olduğu düşüncesiyle Aziz Nesin’den bir alıntıyla bitirmek istiyorum.

Aziz Nesin :

”Bizde gelenektir; satıcılar, karpuzu kurabiye... Hıyarı badem...

Kavunu reçel... Balığı derya kuzusu… Armudu tereyağı diye satarlar.

Kimi iktidarlar da bu geleneğe uyup... Zorbalığı demokrasi diye yutturmaya kalkarlar.”Der.

Ben de Aziz Nesin’e ek yaparak; Cumhuriyet, Atatürk ve laiklik karşıtları da(Kadir Mısıroğlu örneğinde olduğu gibi) bize tarihçi diye yutturuluyor diyorum. Bana tarihçini söyle, size kim olduğunuzu söyleyeyim sözü de tam bu konuyu açıklıyor…

Son söz olarak, yeter bu dinci cemaatlerden çektiğimiz, FETÖ’den ders almadık mı ?