Rüz­gâr tür­bi­ni… Es­ki­den yal­nız­ca ma­sal­lar­da olur­du. Hani Don Kişot'un mız­rak sal­la­dı­ğı, bir ha­ya­lin pe­şi­ne ta­kı­lıp savaş aç­tı­ğı o dev de­ğir­men­ler. Şimdi o tür­bin­ler ger­çek... Ve savaş aç­tık­la­rı şey hayal değil; doğ­ru­dan doğ­ru­ya köy­lü­nün tar­la­sı, zey­tin­li­ği, me­ra­sı üze­ri­ne ko­nuş­lan­mış dev­ler…

Bir sabah uya­nı­yor­su­nuz, dağın ya­ma­cı­na şan­ti­ye araç­la­rı çık­mış. Hiç kimse ka­pı­nı­zı çal­ma­mış, “Rıza gös­te­ri­yor mu­su­nuz?” diye sor­ma­mış. Ama ho­par­lör­den ya­pı­lan bir anons ye­ti­yor:

“Böl­ge­niz­de sür­dü­rü­le­bi­lir ener­ji ya­tı­rı­mı ya­pı­la­cak­tır. Ge­ze­ge­nin ge­le­ce­ği için el bir­li­ğiy­le ça­lı­şı­yo­ruz.”

Ku­la­ğa ne kadar da ha­va­lı ge­li­yor, değil mi?

Sür­dü­rü­le­bi­lir­lik... Yeşil ener­ji... İklim dostu kal­kın­ma...

Ama size kimse şunu söy­le­mi­yor:
“Top­ra­ğı­nı­zı, ağa­cı­nı­zı, ya­şa­mı­nı­zı özel bir şir­ke­te dev­ret­mek üze­re­si­niz. Üs­te­lik bunun adına da kamu ya­ra­rı de­necek. Eğer karşı çı­kar­sa­nız; ge­ze­gen düş­ma­nı, ge­ri­ci, ye­ni­li­ğe ka­pa­lı bir kişi ola­rak yaf­ta­la­na­cak­sı­nız.”

İşte bu tutum ve dav­ra­nı­şa ya da uy­gu­la­ma­ya "yeşil gasp" de­ni­yor.

Dün­ler­de gasp kaba kuv­vet­le ge­lir­di, oysa gü­nü­müz­de iklim so­run­la­rı, eko­lo­jik kal­kın­ma, kamu ya­ra­rı kav­ram­la­rı eş­li­ğin­de ge­li­yor.
Dünün top­rak gasp­la­rı pa­let­li iş ma­ki­ne­le­riy­le ge­lir­di, bu­gü­nün yeşil gasp­la­rı ise su­num­lar­la, gra­fik­ler­le, kar­bon ayak izi is­ta­tis­tik­le­riy­le... Bir başka de­yiş­le sö­mü­rü ra­fi­ne­leş­ti, im­bik­ler­den ge­çi­ril­di, bugün en­te­lek­tü­el söz­ler­le göz­ler bo­ya­nı­yor, in­san­lar çevre/eko­lo­ji adına kan­dı­rı­lı­yor . Çünkü gü­nü­müz­de ka­pi­ta­liz­min yeni rengi artık "yeşil"...

Or­man­la­ra kı­yı­lı­yor, adına eko­tu­rizm de­ni­yor.

De­re­le­re beton dö­kü­lü­yor, adı hid­ro­elekt­rik olu­yor.

Zey­tin bağ­la­rı­na, tarım alan­la­rı­na bo­ru­lar ini­yor, üs­tü­ne ta­be­la: je­oter­mal ener­ji kay­na­ğı.

Oysa ger­çek­te olan şudur: Köy­lü­nün ge­çi­miy­le, top­ra­ğın ha­fı­za­sıy­la ve ka­mu­sal ya­şam­la ya­pı­lan bir söz­leş­me fesih edi­li­yor. Hem de köy­lü­nün bil­gi­si ve rı­za­sı dı­şın­da...

İşte bu uy­gu­la­ma­lar "Rı­za­sız Yeşil Sö­mü­rü"nün en kur­naz bi­çi­mi­dir.
Bu pro­je­ler­de yerel halk; ne da­nı­şı­lan, ne de pay ve­ri­len bir öz­ne­dir. Ge­nel­lik­le iki se­çe­nek­ten bi­riy­le karşı kar­şı­ya bı­ra­kı­lır ki ya top­rak­la­rı acele ka­mu­laş­tır­may­la elin­den alı­nır ya da pro­je­ye karşı çık­tı­ğın­da dış­la­nır, hatta ce­za­lan­dı­rı­lır.

Bu uy­gu­la­ma­la­ra karşı çık­tı­ğın­da, ona şu söz­ler söy­le­nir:
“Ama biz bu pro­je­yi iklim de­ği­şik­li­ğiy­le mü­ca­de­le için ya­pı­yo­ruz.”

İklim­le mü­ca­de­le adı al­tın­da köy­lüy­le mü­ca­de­le edi­lir mi?
Yeşil ener­ji için si­ya­sal şef­faf­lık­tan, sos­yal ada­let­ten, ka­tı­lım­cı sü­reç­ler­den vaz­ge­çi­le­bi­lir mi?

Eğer rıza yoksa, orada çev­re­ci­lik­ten değil, yal­nız­ca yeşil renk­te bir zor­ba­lık­tan söz edi­le­bi­lir.

Aydın ili ve çev­re­sin­de durum nedir?
Aydın ili ve çev­re­sin­de rüz­gâr tür­bin­le­ri hızla ço­ğa­lı­yor. Je­oter­mal ku­yu­lar, zey­tin­lik­le­re komşu ola­cak bi­çim­de açı­lı­yor. Bu ku­yu­la­rın her biri, yöre hal­kı­nın ya­şa­mı­nı ses­siz­ce dö­nüş­tü­rü­yor. Gü­rül­tüy­le, tozla, gü­ven­lik şe­rit­le­riy­le, özel mülk ta­be­la­la­rıy­la...
Yöre halkı artık sa­bah­la­rı horoz se­siy­le değil, tür­bi­nin me­ka­nik uğul­tu­suy­la uya­nı­yor.
Ço­cuk­lar artık me­ra­da top koş­tu­ra­mı­yor, çünkü orası “çevre ko­ru­ma alanı” ilan edi­lip özel iş­let­me­ye ve­ril­miş.
Ve en acısı: Bü­yük­ler ses­siz­le­şi­yor. Çünkü bu uy­gu­la­ma­la­ra karşı çık­tık­la­rın­da; yal­nız­la­şı­yor­lar.

Do­ğa­yı ko­ru­mak adına do­ğa­yı ya­şa­tan­la­rı gör­mez­den gel­mek nasıl bir iler­le­me­dir?
İklimi kur­tar­mak için köy­lü­yü feda etmek nasıl bir ada­let an­la­yı­şı­dır?
Ve çev­re­yi ya­şa­na­bi­lir kıl­mak adına in­san­la­rı ya­şan­maz ko­şul­la­ra mah­kûm etmek, ger­çek­ten etik midir?

Do­ğa­yı seven bir sis­tem, önce do­ğay­la ya­şa­yan­la­rı sever.
Do­ğa­yı sa­vun­du­ğu­nu söy­le­yen bir yö­ne­tim, önce top­ra­ğı­na sahip çı­ka­nın se­si­ne kulak verir.

Ama bizde bu ses, rüz­gar tür­bi­nin gü­rül­tü­sün­den du­yul­maz olu­yor.

Bugün Aydın ili­nin çev­re­sin­de, Ka­ra­de­niz’in de­re­le­rin­de, Mun­zur’un va­di­le­rin­de ortak bir hi­kâ­ye ya­zı­lı­yor.
Yeşil, artık umut değil; bazen teh­dit. Top­rak, artık gü­ven­ce değil; bazen be­lir­siz­lik. Ve çev­re­ci­lik, artık ya­şa­mın değil, kal­kın­ma­nın si­la­hı.
Ne yazık ki bu yeşil mas­ke­li yeni sö­mü­rü dü­ze­nin­de yal­nız­ca doğa değil, do­ğa­da ya­şa­yan tüm can­lı­lar gi­de­rek son yol­cu­lu­ğu­na çı­kı­yor.