Kadın Yaşlılığında Kamusal Görünürlük ve Entelektüel Direniş

Toplum, kadını yaş aldıkça kenara çekilmesi gereken bir varlık olarak kodlamayı sürdürür. Gençliğinde estetik bir nesne, orta yaşlarında özverili bir anne, yaşlandığında ise sessizce sahneden inmesi gereken bir figür... Kadınların toplumsal yaşamı çoğunlukla doğurganlıkla sınırlanır; doğurganlık bittiğinde, sanki toplumsal varlıkları da sona ermiş gibi davranılır. Oysa yaş almak; bilmek, tanıklık etmek, düşünmek, yazmak, aktarmak ve dönüştürmek demektir. Özellikle de kadınlar için...

70 yaşını aşmış bir kadın, kamusal alanda görünür olduğunda, bu genellikle ya "yaşlı teyze" romantizmine ya da "rahatsız edici fazlalık" önyargısına maruz kalır. Ne entelektüel birikim önemsenir ne de siyasal düşüncesi dinlenir. Oysa toplumun belleğini taşıyanlar çoğunlukla bu kadınlardır. Onlar yalnızca geçmişin tanıkları değil; bugünün anlam kurucuları olabilir. Sorun, bu birikimin görülmemesi değil; görülmemesinin düzenli biçimde üretilmesidir.

Medya, kültürel anlatılar, temsil pratikleri ve siyaset; yaşlı kadını ya içi boş nostaljik bir figür ya da aşırı bireyselleşmiş bir "eksiklik" imgesi üzerinden yansıtır. Oysa kamusal yaşamda görünürlük yalnızca gençlik, dinamizm ve piyasa estetiğiyle tanımlanamaz. 70 yaşını geçmiş bir kadın; düşünen, yazan, tartışan, üreten biri olabilir ki genellikle de öyledir. Bununla birlikte toplum bu tür bir görünürlüğe hazır değildir; çünkü yaşlı kadının sözü, yalnızca yaşın değil, birikmiş suskunlukların içinden gelen bir sözdür. Ve bu söz, alışılmış normlara sığmaz.

Bu nedenle yaşlı kadının kamusal alandaki varlığı bir tür direnişe dönüşür. Yalnızca görünmek değil; yeniden söz almak, bilgi üretmek, deneyimi aktarmak ve geçmişi geleceğe bağlamak da direniştir. Çünkü bu yaşta konuşmak, genellikle "yeter artık" denilen noktada ısrarla konuşmak demektir. Bazen bu konuşma bir köşe yazısıyla olur, bazen bir belediye toplantısında söz alarak... Bazen susarak bile olur ama o suskunluk, sessizliği değil, sözün ağırlığını taşır.

Toplumsal yaşam, yaşlı erkekleri bilge, devlet aklı sahibi ya da saygıdeğer tanıklar olarak överken; yaşlı kadını sessizce ev içlerine itmektedir. Oysa kadınlar yalnızca annelikle değil, düşünceyle, eleştiriyle, üretimle de kamusallaşabilir. Üstelik bunu yaşlandıkça daha derinlikli yapabilirler.

Bugün 70’lik bir kadının yazdığı bir yazı, yalnızca yaşlılık üzerine değil; yaşamın tüm evreleri, eşitsizlikleri, çatlakları üzerine de sözler içerebilir. Onun sesi, yalnızca birikmiş yılların değil; bastırılmış gerçeklere karşı çıkan eleştirel bir sestir. Bu nedenle yaşlı kadının sözünü susturmak, yalnızca bireysel bir hakkın kullanımının engellenmesi değil; toplumsal belleğe karşı işlenmiş bağışlanamaz bir suçtur.

Günümüzde toplumsal düşüncenin, algının, değer yargılarının şu soruya açık olması gerekir:

Bir kadın yaşlandığında, neden üretkenliğini sürdürmesin?
Neden o sözün, o yüzün, o deneyimin görünürlüğü toplumca dışlansın, yok sayılsın?

Yaşlı kadın görünmez olmak zorunda değildir. Çünkü yaşa meydan okuyan entelektüel bir direniş; insan yaşamının son soluğuna kadar olanaklıdır ve son soluğa kadar bu direniş sürdürülmelidir. Bu direniş, bu var oluş, bu karşı duruş; yaygarayla değil, bilgece tutum ve davranışlarla, söylemlerle, eylemlerle, yazılı paylaşımlarla gerçekleştirilebilir.

Belki de en önemlisi; bu direniş, toplumun vicdanını diri tutan en güçlü, en donanımlı, en birikimli  seslerden biridir. Toplumun o sesleri; dinlemesini, önemsemesini, değerlendirmesini öğrenmesi gerekir.